Irak halkı, bunca senedir kendisine kan kusturmuş diktatörden kurtulduğuna fazla sevinemedi. Rüyalarını süsleyen “tağutların devrilişi” onun nazarında orijinalliğini kaybetmiş. Zira karşılarında vahşi, müstevli ve tahripkâr işgalcileri görünce tedirgin bir şekilde “vatanlarının içine düştüğü felâketi” düşünmeye başladılar. Siyonist bazı medya grupları, savaş haberlerini götürü usulü alınca, Irak halkı dışarıya yağmacı ve hatta işgalcilere tarafmış gibi gösterildi. Hakikatin bu resimlerden ibaret olup olmadığını zaman gösterecek.
Dünyadaki tüm insanî teşkilât ve gruplar, bu haksız savaşı başlatanların “insan onurunu” kırdığına inandığından meydanlardan çekilmiyorlar. Yalan, hile, haris menfaat ve vahşet üzerine bina edilmiş bir politikanın neticesinde “Bağdat’a ancak 21. gün” de giren işgalcilerin zaferden bahsetmeleri, dünya kamuoyunu iğrendiriyor. Üç yüz bin kişilik ordudan yalnızca yedibin askerin ortada olması, Saddam’ın köpeğine varıncaya kadar rastlanmaması bu savaşın çok önceden satıldığını gösteriyor. Amerika neticesi önceden belli bu hadiseyi bahane ederek öldürdüğü insanların kanlarını ödese ve tahrip olmuş çevreyi tamire gitse de tarihindeki bu kara lekeyi silemeyecek.
Üç yüz bin asker ve ona yakın emniyet mensubu Irak’ta buharlaşınca “deccalist güçler” tedirgin oldular. Coni ne zamane dek silâhını Bağdat’ta açılan her kapıya veya kıpırdayan eşyaya yöneltecek?
Dünya kamuoyu önünde bunun böyle devam edemeyeceğini anlayan ABD, yavaş yavaş cephe gerisine çekilmeyi planlıyor. Bunun için de dünya devletlerine müracaat ederek “barış gücü(!)”ne asker istiyor. Savaş ve işgali gayr-i ahlâkî bulan ülkeler, hem asker vermeye, hem de yeniden yapılanmaya soğuk duruyorlar. İşgali finanse eden Yahudi lobisinin şimdiden kâra geçmek için petrol kuyularını tel örgülerle emniyet altına almaları, bilhassa AB ülkelerinin gözünden kaçmıyor. Irak kaynaklarının ancak Irak’a harcanabilineceğini, bunun da Irak’ın imarı ve halkının sefaletten kurtulmasına yeterli olduğu, söz konusu ülkelerin asıl tezi durumunda… Irak sofrasından yeteri kadar pay alamayacak “dinozorların tepişi” ile savaştan ekonomik refah bekleyen bir kısım ABD ve İngiltere kamuoyunun isyanı şimdiden “çakalları” ürkütmüş olmalı ki, gürültüyü bastırmak için “Şam-ı Şerif”e ulumaya başladılar.
Afganistan kaosunu, kaybolan Bin Laden ile Molla Ömer’i efkâr-ı ammeden kaçırmak mümkün mü? El-Kaide örgütünü bahane ederek sivilleri katleden ABD’nin insanlığın haysiyetini tamamen çiğnediği ortada iken, Irak’ı da yüz üstü bırakıp “cephe gerisine” çekilmeyi hiç kimsenin kabul etmeyeceği kanaatindeyiz. Saddam ve Baas liderlerinin kaderi de Bin Laden’in kaderiyle örtüşür ve sırra kadem basarlarsa, başta Yahudiler olmak üzere ABD hükümeti dünyadan tamamen dışlanır. Anlayacağımız Irak bataklığı Afganistan’a hiç benzemiyor. Ad ve Semud kavmini yuttuğu gibi “deccalist kuvvetleri” de yutacağa benziyor.
İç problemleri unutturmak için 11 Eylül bahanesiyle İslâm coğrafyasına saldıran ABD, bu yeni bataklıkları gözden kaçırmak için de Suriye’yi tehdit etmeye başlıyor. Fıtrat kanunlarına tamamen zıt hareket eden Amerika’ya olaylar çoktan diz çöktürmüştü, fakat bizdeki Kemalizm “deccalist kuvvetlere” yanlış yolda ilerleme imkânı veriyor. Hürriyetçi ve insaniyet perver Avrupa’nın bu bölgedeki yangını söndürmesine adeta mani oluyor. Türkiye’nin de tarihten devraldığı rolünü icrasını ve üzerine düşen vecibeleri yerine getirmesini adeta engelliyor. Kuzey Irak’ta içine düstüğümüz zilletin de nedeni Kemalizm değil miydi? Abdullah Gül’ü Şam’a gitmekten alıkoyup, iki buçuk paralık İsrail Dışişleri Bakanını Ankara’ya çağıran saik de Kemalizm’den kuvvet alıyor.
Benzer konuda makaleler:
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Rusya’da Komünizm Türkiye’de Kemalizm
- Küresel ısınmadan, küresel zulme
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Selefiliğin tarihi kökeni, günümüz Selefileri ve IŞİD
- Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar