Ayrılırken gözyaşlarınızı alan kardeşler!

İman kardeşliği, nesebî kardeşlikten daha ileri…

Biliyorsunuz, bir nesebî kardeşlik var, bir de din kardeşliği.

Bu iki kategorinin hangisi daha muhtevalı, daha derinlikli ve daha içten diye sorsanız, benim hemen vereceğim cevap, ‘din kardeşliği’ olur.

Kan kardeşliği, nesebî kardeşlik dünyevî ve fani tarafı daha ağır basan bir akrabalıktır. İman kardeşliğinde ise, hem dünya hem de içinde ebedilik olan bir ahiret akrabalığı vardır.

Bir de aynı anne babadan geliyor olmak, aynı duyguyu paylaşıyor olmak anlamına gelmiyor. Gelse güzel olur, ama bunun her zaman böyle olması mümkün olmuyor. Gerçi durum nesebî kardeşlik için de geçerli.

Demek ki kardeşlik duygusunda belirleyici olan ‘nitelik’tir.

Din kardeşliği, içinde yüksek duygular barındıran, ebedî hak ve hukuk tarafı olan, ortak bir şirket-i mâneviye hissedarlığı taşıyan çok köklü ve güçlü bir kardeşliktir.

Bu yüksek duyguları, Nur hizmetleri için gittiğimiz her mekânda hissetmek mümkün. Yüksek kardeşlik ahlâkı, hayatın güzel yüzünü bize sunuyor.

Geçtiğimiz günlerde bir iki günümüzü Diyarbakır Diclekent’te gençlerle okuma programında geçirdik. Cenâb-ı Hak bizi oradaki manevî sofrada nasiplendirdi. Hayatımıza onlarca unutulmayacak ve bakileşecek hatıra kattık.

Eşim hanımların düzenlemiş oldukları programda, ben de daha çok liseli gençlerin okuma programında yer aldık.

İlk cümlemiz şu ki, bu tür programlara iştirak eden kazanıyor. Giden boş dönmüyor. Rabbim, iman ve Kur’ân hizmetinde olanlara “lezzet-i hizmet-i imaniye”den yüksek düzeyde tattırıyor. Ve insan böyle bir heyecana, böyle bir lezzete alışınca tiryakisi oluyor. Diclekentli gençlerle iki günümüz geçti. Keşke bütün program boyunca onlarla olabilseydik.

O ne tatlı insanlar! O ne muhteşem gençler! O ne duygu dolu kardeşlik yansımaları! Ve o ne ciddî alıcıları olan gençler!

Liselilerin içinde ortaokul grubundan katılmış bir çocuk vardı ki, ona hayran kaldım. Bir çocuk bu kadar mı manevî ikramlara açık olur? Bir çocuk bu kadar mı yaşının üzerinde bir algılama gücüne sahip olur? Maşallah! Barekâllah!

Diclekent Nur kahramanlarını tebrikler ediyorum!

Ortaokul grubundan onlarca öğrencinin hafta sonlarını Nur medresesinde geçirdiğinden bahsettiler. Doğrusu anlatılanlar ve yaşadıklarımız Diyarbakır’ın geleceğinin oldukça güçlü ve nurlu bir nesle dayanacağını gösteriyor.

Doğrusu Diyarbakır’a sadece yaşanan terör görüntüleriyle bakmak, Diyarbakır’a büyük haksızlık etmek olur diye düşünüyorum.

Özellikle Diyarbakır’ın dinî dokusu ve tarihî derinliği bu mekâna apayrı bir anlam yüklüyor. Bu anlamın gün yüzüne çıkarılması bütün ehl-i insaf idarecilerin ve sivil toplum teşekküllerinin boynunun borcu olsa gerek.

Ama ben buradaki Nur hizmetlerini ve Nur Talebelerini görünce bu şehrin yarınları hakkında hiç de olumsuz bir kanaat taşımadım. Hatta diyebilirim ki, Diyarbakır, taşıdığı ciddî nüfus yoğunluğunun eğitime kanalize edilmesiyle ülkenin geleceğinde oldukça ciddî bir söz hakkı olacağına inanıyorum. Ama eğitim olmazsa, elbette her yerde olduğu gibi yara büyüyecektir. Yani eğitmediğiniz, sahip çıkmadığınız çocuklar nerede yaşıyor olursa olsun sizin olmayacaklardır. Hatta eğitmediğiniz genç potansiyel sıkıntı sebebiniz olacaktır.

Diyarbakır okuma programından çok iyi düşünceler, çok ümit dolu gelecek kanaatleri ile ayrıldım. İlgilenenleri ayrı ayrı tebrik ediyorum.

Okuma programından ayrılırken gönlümün yarısı orada kaldı. O muhteşem gençlerin içlerinin sıcaklığı o kadar açıktı ki, ilk kez tanıştığınız çocuklardan ayrılırken gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz. Bu çok ilginç bir durum!

Bu çocukların, bu insanların varlığından heyecan duydum!
İftihar ettim!
**
Anlıyorum ki, kim Nurlardan istifade etse, o oranda nuranîleşiyor.

İnsan, böyle bir topluluk içerisinde dinin yaşanan yüzü ile karşılaşıyor. ‘Muhakkak ki mü’minler kardeştirler’ hakikatinin nasıl yaşandığını insan bu davranışlarda hissediyor.

Mü’minin mü’min kardeşine fedakârlığı nasıl olur, nasıl sevgi gösterilir, nasıl şefkat edilir, nasıl onun hak ve hukuku gözetilir, onun memnuniyeti için hangi adımlar atılır? gibi onlarca soru, buralarda günlük hayatta cevabını gösteriyor. Bu ve benzeri örnekleri bu Nur mekânlarında bolca görebiliyorsunuz.

Bediüzzaman’ın dikkatlere sunduğu, ‘fiillerde yaşanan bir İslâmiyet’in ne kadar muhatap üzerinde tesir bıraktığını burada bir kez daha anladım. Yani demek ki, İslâmiyet, hakikatiyle günlük hayatta yaşansa, bırakın sair dinlerin mensuplarını, kendi dinimizin mensupları arasında hiçbir problem çıkmayacak demektir.

Nitekim Asr-ı Saadet’i anlamlı kılan şey, o dönem insanlarının Güneşi yakından görmeleri idi. Onun feyzinden, nurundan birebir istifade etmeleri idi. Ama asr-ı kıyameti de anlamlı kılan şey, o nuru görmedikleri halde, onun sohbetinden birebir istifade etmedikleri halde, kalpleri onun sevgisiyle dolu, onun aşkıyla dolu bir sevdalılar topluluğunun bu asırda varolmasıdır. Veysel Karani’ler gibi, görmeden sevenlerin bolca bulunmasıdır.

Sahabe mesleğini kendi hayatlarında birebir yaşayan Nur Talebelerinin varlığı, hayatı ve yaşamayı daha bir anlamlı kılıyor.

İnsan bu sahabe ruhluların yanında kendini daha bir dingin ruh hâlinde hissediyor. Daha bir rahatlıyor. Nitekim bu ruh, İslâmla yoğrulmuş Şark’ın temelinde var. İşte nerede bir Nur Talebesi varsa, orada Asr-ı Saadet’in kokusunun olması, onların sahabelerin hayatlarını kendilerine hayat olarak yaşamaları vardır. Onlarda Resulullah’ın (asm), onun sahabelerinin kokusu vardır.

Okuma programlarının yapıldığı mekânlar ve o mekânlarda bulunan melek yüzlü, melek ruhlu insanlar Asr-ı Saadet’i anlamamızı, hissetmemizi kolaylaştırıyor. Yanlarından ayrılırken gözyaşları döktüğünüz Nur Talebeleri size Asr-ı Saadetten haber veriyor. Bu asrın yüzakı insanlar olarak Nur Talebeleri, insanlığın da medar-ı iftiharıdırlar.

Nur Talebelerinin faaliyetleri, bu asırda yaşayan insanların kalitelerine ciddî katkı yapıyor. Nur yüzlü insanlar, nuranîleşmiş gençler ve çocuklar Asr-ı Saadet’in tadını, görüntülerini bu asr-ı Kıyamete taşıyorlar.

İmanı güçlü Nur Talebeleri, nurânî bilgileri önce kendi hayatlarında, nefislerinde yaşıyorlar. Zaten onları güçlü ve tesirli kılan sır da budur.

Bu duyguları hissetmemizi sağlayan, sıcak bir kardeşlik yakınlığı hissettiren Diyarbakırlı kardeşlerimize yürekten sevgiler ve saygılar iletiyorum.

Evet, genel anlamda Batı’nın Doğu’dan alacağı çok şeyler var.

İşte Doğu ile Batı kucaklaşması denen şey de bunun için anlamlıdır. Belki bu bölgelerimizde sergilenen bütün zındıka planlarının sebebi de bu kucaklaşmanın gerçekleşmemesidir.

‘Gelen neslin kapısında durmayınız!’ denilen bir nesil geliyor. Bu nesil, inşaallah ‘İstikbalde en yüksek gür seda İslâm’ın sedası olacaktır.’ müjdesine nail olacak nesildir. Bu nesil, her türlü zındıka planlarını bozacak nesildir.

Evet, Cemil Meriç’in ifadeleştirdiği gibi, ‘Güneş doğudan doğar.’

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*