Çelik irade ve başarıya giden yollar

Image
Dünyada hangi meslek ve işte olursa olsun gerçek mânâda kendi çalışma alanında profesyonelleşenler ve kendi vazifesine odaklananlar, hedeflerine ulaşırlar ve başarı kazanabilirler. Çok geniş kapsamlı ve çok ince hesaplarla tesbit edilmiş kıstaslar, başarılı olmanın olmazsa olmaz şartlarıdır.

Bu hedeflerin gerçekleşmesinde de en büyük unsur ve şaşmaz şart ise; “çelik bir irade” ve onun yerinde kullanımıdır.

Rakipler, muarızlar ve muhataplar için en tehlikeli silâh, caydırıcı ve tahrip edici muazzam güç işte bu “iradedir.”

Fertler açısından olsun, topluluklar açısından olsun, hedeflenen konuda başarının sırrı, öncelikli olarak kendi yolunu tayin etmek ve sağlam iradesini yerinde ve zamanında kullanmaktır.

Bütün bunların yanında hiçbir zaman şu prensibi de göz ardı etmemek lâzımdır: “Bizim vazifemiz hizmet etmektir. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmayız. Muvaffak etmek Ona aittir.” Vazifemiz, başarıya gidecek şartları hazırlamaktır.

Bu görüşlerimizi teyid edecek İslâm tarihi ve Osmanlı tarihinden bazı örnekleri birlikte hatırlamaya çalışalım.

Malûmunuz, Ebu Talib, Hz. Peygamber’in öz amcası, hâmisi ve koruyucusu, baba vekili, Kureyş’in reisiydi. Kavminin zorlamaları karşısında, Hz. Peygamber’e İslâm dâvâsından vazgeçme teklifine yapmıştı. Yüce Nebî: “Ya amca! Sağ elime güneşi, sol elime ayı versen, vallahi ben bu dâvâdan vazgeçmem!” diyerek, bir “çelik irade” ve duruşla bunu reddetti.

Sultan Fatih’in, daha on dört yaşında bir veliaht iken, ordunun başına geçmesiyle fırsatçı düşmanların hareketlenmesi karşısında, babası İkinci Murat’a karşı sergilediği: “Padişah sensen ordunun başına geç, eğer padişah bensem emrediyorum vazife başına!” çıkışı ve o “çelik iradesi!”

Ve son asrın mânevî cihadının usta, bahtiyar ve galip kahramanı, müceddid komutan, büyük velî, aziz ve muhterem Üstadım Bediüzzaman Said Nursî’nin o akıllara durgunluk veren çelik ve sarsılmaz “iradesi”nden çıkan muhteşem beyanlar, müdafaalar ve görüntüler:

Fesatlığı ve zındıka siyasetlerinin baş mimarı İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında, başpapazlarına karşı verdiği o unutulmaz tarihî cevap: “Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!”

İmansızlığın, fesat komiteleri eliyle, bütün vatan sathında yaygınlaştırılmaya çalışıldığı bir anda, maneviyâtından ve tarihinden aldığı ilham ve güçle söylenen o muhteşem ve muazzam ifadeler:

“Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye fedâ olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem! Ve bu hizmet-i îmâniye ve Nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.”  

İşte Denizli Mahkemesi esnasında o aziz Üstad ve talebelerinin tarihe mâl olan ve adil hâkimlerin vicdanlarında ma’kes bulan o muhteşem cümleleri: “Yüzer milyon başların fedâ oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi fedâ olsun! Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye fedâ olan başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşaallah! ”

Muhtaç gönülleri Kur’ân nurundan vazgeçirmeye çalışan zındıka komitelerinin tuzaklarına karşı o muhteşem beyanı ve ifadesi: “Risâle-i Nur’un şakirtleri başkalara kıyas edilmez; dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler.”

“Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse, yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek. Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate, başımız dahi feda olsun; her ceza ve idamınıza hazırız. Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dâhilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet; ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve taraftar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka çaresi kalmaz. Biz de: ‘İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciun’; diyerek, Rabbimize dayanıyoruz.”

Bu ifadeler sadece bir grubu ve belli bir kesimi değil onu imha etmek isteyen muhataplarının tarihî bağlarla bağlı olduğu bir vatan ve milletin de şerefini kurtarmıştır elhamdülillâh.

Mertlik ve maharet, gönülleri ve Mekkeleri fethetmek için bu “irade”yi zamanında ve yerinde kullanabilmektir.

Zalimlere, âlimlere, güçlülere, zayıflara, küçüklere, büyüklere… Hülâsa herkese ve her şarta karşı sağlam ve “çelik irademizi” kullanmayı Rabbim hepimize nasip etsin inşallah. (Âmin)

Ülkemizin mevcut şartlarında, bugün bu tür “çelik irade”ye ne kadar muhtacız değil mi!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*