Eyyüb Aleyhisselam

İnsanlık tarihinde, sabır ve teslimiyetin timsali olarak kabul edilen Eyyüb (as)’ın babası, Kur’an-ı Kerim’de adı zikredilen İshak (as)’ın torunu Ays’dır. Anne tarafından nesebi de Lut (as)’a dayanır. Hanımı cefakarlığı ve sabırlı olmasıyla tanınan Hz. Yusuf’un (as) kızı Rahmet’tir.

Dedesi İshak (as)’ın bereket duası üzerine çok zengin olmuş; çok sayıda evlat, hayvan sürüleri, bağ ve bahçelere sahip olmuştur. İmtihan yeri olan bu dünyada, böyle bir servete sahip olmak, dünyevileşmede ve Allah’ın emirlerinden uzaklaşmada önemli bir etken olmasına rağmen, hiçbir zaman Allah’a kulluğunda eksikliğe sebep olmamış; sahip olduğu nimetlerden dolayı Cenabı Hakka daima şükretmiştir. Fakirleri, düşkünleri ve misafirleri kollayıp, sürekli onların yardımlarına koşmuştur.

Peygamberlikle görevlendirildikten sonra, bütün mal ve mülkünü kaybetti. Bu kayıplar karşısında hiçbir telaş göstermediği gibi metanetini korudu. Servetini kaybettikten sonra, onun manen yücelmesine vesile olacak ağır bir hastalığı tutuldu. Herhangi bir iş yapamaz duruma gelen Eyyüb (as)’a hanımı yardım etti. Küçük bir kulübecikte yaşamak zorunda kaldığı halde, sabır ve şükürle hayatını devam ettirdi.

Dayanılmaz bir hal alan hastalığından dolayı bütün dost ve akrabaları kendisini terk ettiler. Yanına uğramaz oldular. Bu zor durumunda vefakar eşinden başka kendisine yardım edecek hiç kimsesi kalmadı. Hastalığı ne kadar ağır olursa olsun sabretmeye devam ettiği gibi, şükür ve ibadetini yerine getirmekten de geri kalmadı. Ağır hastalığını fırsat bilen şeytan, sabır ve tahammül gücünü kırmak için vesvese vermeye başladı. Şeytan, insanları peşine taktığını, akrabalarını kendisinden uzaklaştırdığını ve insanları yoldan çıkaracağını bildirerek Eyyüb (as)’ın direncini kırmaya çalışıyordu. Hz. Eyyüb, şeytanın şerrinden Allah’a sığınarak sabrını daha da arttırdı. Böylece şeytanın vesveseleri etkisiz hale geldi.

Yıllarca süren hastalığına rağmen hiçbir zaman halinden ve hastalığından şikayet etmedi. Ancak, hastalık giderek yayıldı ve kalbi ile diline de sirayet etmeye başladı. İbadet ve zikir mahalli olan kalp ve diline hastalığın sirayet etmesi, telaşa düşmesine sebep oldu. Çünkü, gereğince ibadet edememenin ızdırabını hissetmeye başladı. Artık istediği gibi dua ve niyazda bulunamıyordu. İstirahatı için, Cenab-ı Hak’tan talepte bulunmadığı gibi, hastalığının şifası için de herhangi bir duada bulunmadı. Çünkü, şikayetçi bir duruma düşmek istemiyordu. Ancak, bu sefer durum farklı olup ibadetine mani teşkil edince Allah’a yalvarmaya başladı.

“Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”. “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya; 83), diyerek yalvardı. Samimi bir şekilde yapılan bu duaya Cenab-ı Hak tarafından şöyle cevap verildi:

“Ya Eyyüb! Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” (Sâd; 42). Bu emre uyarak ayağını yere vurdu ve fışkıran suyla yıkanarak bol bol içti. Mucizevi bir şekilde bütün hastalıklarından kurtularak şifa buldu. Böylece sabır imtihanını verdiği gibi Cenab-ı Hakka layık bir şekilde neticesini de aldı. Bütün malını ve mülkünü kaybettiği gibi, en büyük servet olan sıhhatini de kaybetmiş olmasına rağmen, hepsine sabrettiği gibi, ubudiyetine zarar verecek hiçbir şikayette bulunmadı. Böylece, insanlık tarihinde sabrın sonundaki büyük mükafatı kazanarak, büyük bir emsal teşkil etti. Kendisine, serveti fazlasıyla verildiği gibi evlatları da arttı. Soyundan bir çok peygamber gönderildi.

Huzur içinde vazifesini tamamlayarak Hakkın rahmetine kavuştuğu zaman, 93 veya 140 yaşında olduğuna dair farklı iki görüş vardır. Bir rivayete göre kabri, Şam civarındaki Besne adlı yerleşim yerinde bulunmaktadır.

Peygamberlerin, karşılaştıkları her türlü zorluk ve sıkıntı bir çok hikmetleri ihtiva etmektedir. Günahsız manasındaki “ismet” sıfatını taşırlar. İnsanların içinde en yüce mertebede bulunurlar ve her açıdan en temiz olanlarıdır. Buna rağmen bu tür sıkıntıları yaşamaları, asla sebepsiz ve kendi imtihanlarından ibaret olmayıp, sonradan gelen biz insanlar için önemli dersler ve mesajlar içermektedir. Üstad Bediüzzaman “İkinci Lem’a” adlı risalesinde Hz. Eyyüb kıssasını çerçevesinde hastalıklara nasıl bakılması gerektiğini inceleyerek insanların şekvaya değil şükre ve tefekküre yönelmesi gerektiğini vurgular. Beş nükteden oluşan bu lem’anın birinci nüktesinde, Hz. Eyyüb (as) durumunun bizden pek de farklı olmadığı belirtilir. Onun yaraları zahiri, bizimki ise batinidir. İç dışa, dış içe çevrilse hakikat görülecektir. Bu zamanın manevi hastalıklarından kurtularak biz insanlarda Eyyüb kurtuluşuna ermeye muhtacız. İkinci nüktede, musibet ve hastalıklardan şekvaya insanların haklarının olmadığı ispatlanılır. Üçüncü nüktede, musibet ve hastalıkların düşünülmesi dikkatlerin o noktalara verilmesi elemleri deşeceğinden nazarların musibetlerden uzak tutulması gereği anlatılır. Dördüncü nüktede sabır kuvvetinin gerektiği yerde kullanılması gereği anlatılır. Beşinci nüktede ise, asıl musibetin dine gelen musibet olduğundan bahsedilerek, insanların maruz kaldıkları musibetlerin önemsememeleri tavsiye edilir. Çünkü, maddi musibetler büyük gördükçe büyür; küçük gördükçe küçülür. Hem bazan de insanın musibet olarak algıladığı şey, bir lutf-u ilahi olabilir, yani kendisi için çok yararlı sonuçlara vesile olabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*