Sarıkamış’tan Bediüzzaman’a

Kim ne derse desin, boşa dememişler “Ateş düştüğü yeri yakar” diye. 19. yüzyılın başları o elim harplerde ailece yaramız derindir.

Sarıkamış, Pasinler, Allahu Ekber dağları, Başet başları, Vastan (Gevaş) sırtları, Bitlis dereleri, Muş ovası, “Rahva” ve emsâli aziz serhat uçları şehitler yatağı. Bunlar dile getirilince ve sene-i devriyeleri kutlanınca, içimden derin bir ah çeker, gözyaşlarımı tutamam. Bu hafta ve yıl itibarıyla Sarıkamış destanının 98. yılı. 90 bin şehit, 80 santim karda, korkunç yokuşlarda, müthiş fırtınada, vatan uğruna ve Allah aşkına…

Satırların ve makalenin başında “Sarıkamış’tan Bediüzzaman’a” diye serlevha yaptık, bazıları derler: Bu da neyin nesi? Fakat, hüşyar kalpler için, derunî vicdanlar için, gelin ey dostlar Hz. Bediüzzaman’ın emsâlsiz eserlerinden İşaratü’l-İ’câz eserindeki “İfade-i meram”ındaki bir paragrafa gidelim, bakalım koca Sultan bu bahsimize ne der ve ne söyler:

“..Kur’ân’ın bazı hakikatleriyle, nazmındaki i’câzına dair bazı işaretleri tek başıma kaydetmeye başladım. Fakat, Birinci Harb-i Umumî’nin patlamasıyla Erzurum’un, Pasinler’in dağ ve derelerine düştük. O kıyametlerde, o dağ ve tepelerde fırsat buldukça, kalbime gelenleri, birbirine uymayan ibarelerle, o dehşetli ve muhtelif hallerde yazıyordum. O zamanlarda, o gibi yerlerde müracaat edilecek tefsirlerin, kitapların bulunması mümkün olmadığından, yazdıklarım, yalnız sünûhat-ı kalbiyemden ibaret kaldı. Şu sünuhatım eğer tefsirlere muvafık ise, nurun alâ nur; şayet muhalif cihetleri varsa, benim kusurlarıma atfedilebilir. Evet, tashihe muhtaç yerleri vardır; fakat hatt-ı harpte, büyük bir ihlâsla, şehidler arasında yazılıp giydirilen o yırtık ibarelerin tebdiline (şehidlerin kan ve elbiselerinin tebdiline cevaz verilmediği gibi) cevaz veremedim ve kalbim razı olmadı. Şimdi de razı değildir; çünkü o zamandaki ihlâs ve hulûsu şimdi bulamıyorum..”

Bu paragraftan erbâbınca yüzlerce mânâ çıkar. Tarihî kayıtlarda Üstadın ifadesiyle bu “kıyamette” bu eseri telife başlar ve ayağı kırık olarak 16 Şubat 1916’da Ruslara esir düşer ve bu müstesna eseri bir bavul içinde Osman isminde bir zat refakatinde Kosturma’daki esaret kampına intikal eder. Sonra Rusya’dan vatana avdetinde İstanbul’da Arapça olarak bastırır ve neşreder. Bir yanda harp, bir yanda eser telifi, bir yanda kurşun yağmuru, bir yanda kırık ayak, bir yanda vatanın mukadderatı, bir yanda dondurucu soğuk… Bu ahval ve şartlarda var mı bir ilim adamı? “Dört Cihetle Bediüzzaman” eserimde bütün detaylarınca yazdım, eğer neşrolursa nesl-i cedide ışık ve şevk ve Hz. Bediüzzaman’a ve ecdadımıza bir ahd-i vefa olur.

Dedemin, babamın ve ecdadımın şahit oldukları bu elim manzaraları Hz. Bediüzzaman kendilerinin neşrettikleri Tarihçe-i Hayat’larında anlatıyor ve bu günlere ışık saçıyor: “O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere ‘Bunlara ilişmeyiniz’ diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedâi komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, ‘Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz’ diye ahdettiler. Molla Said, bu suretle o havalideki binlerle mâsumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.”

Bunları anlatmak ve bunları seminer ve konferans vermek lâzım. Diğer üstünde durulan müzahrefatlar kendiliğinden yok olur, silinir ve unutulur. Hz. Bediüzzaman’ın en büyük derslerinden birisi nâhoş kişileri unutur ve bahislerini yaptırtmazmış. Ne kadar harika bir içtimâî ve ruhî bir metod. Şanlı tarihimiz, yıkılmaz vatan burçları yeter ve artar bizlere… Muhteşem tarihin sönmez sesi, yıkılmaz kuleleri ve silinmez satırları bizlere gıdadır, şevktir, aşktır ve sönmeyen hizmet meşaleleridir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*