“Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi ‘Kelimât-ı tayyibe O’na yükselir.’ âyetinin sırrıyla; güzel ve mânidar ve imanî ve hakikatli kelimelerin, kalem-i kaderin istinsahıyla ve izn-i İlâhî ile intişar etmesiyle, bütün küre-i havada melâike ve ruhanîlere işittirmek ve arş-ı âzam tarafına sevk etmek için kudret-i İlâhî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktır.” (Nur Âleminin Bir Anahtarı, s. 18)
Gökler âlemine kıyasla basit ve hakîr görünen dünyayı canlılarla şenlendiren, hatta ölmüş hayvanların bile bedenlerinde yeni canlılar yaratan Yüce Kudret, semâvât âlemlerini dolduran hadsiz yıldızları da boş bırakmamış ve hadsiz melâikelerle şenlendirmiştir. O melâikeler de bu kâinat memleketinin seyircileri, nihayetsiz san’atlı varlıkların hayret edicileri ve Saltanat-ı Rububiyetin dellâllarıdırlar. Âlemin her tarafında bulundukları gibi, yeryüzünde de vardırlar. İnsanların ağızlarından çıkan Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerini, onların hakikatlerini ve bütün güzel kelimeleri iştiyakla dinlerler. İman hakikatlerinin müzakere edildiği sohbet meclislerini doldurup, hayretle dinleyip, orada hazır olanlar için meclis dağılıncaya kadar mağfiretle duâ ederler. Hadislerin bize verdiği haber budur.
Hava tabakası yalnız insanlara ve sâir hayvanâta değil, cin ve melâike denilen ruhanî varlıklara da bir takım vazifeler icrâ ediyor. Bir anda milyarlarca kelimenin yazılıp silindiği bir yaz-boz tahtası olan hava sayfası, bir hadisin mânâsına da işâret ediyor. Bediüzzaman’ın da eserlerinde aktardığı bir hadis-i şerifte haber verilmiş ki: “Bir melâike var. Onun kırk bin başı, her başta kırk bin ağız, her ağızda kırk bin dil ve her dilde kırk bin tesbihat yapıyor.” demek o melek aynı anda altmış dört trilyon tesbihatı bir anda söylüyor. Üstadın yorumu ne kadar ilginçtir: Küre-i hava diyor ki: “Bu hadis benden veya bana nezârete memur melekten haber veriyor. Çünkü, insandaki bütün konuşmalar ve sâir bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufâtıyla ve söyleyenlerin şîveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki, küllî bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi, ne bana, yani küre-i havaya ve ne de bütün esbâba vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hazır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irâde ve muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.” (Nur Âleminin Bir Anahtarı, s. 40)
Yeryüzünde söylenen ne kadar kelimât-ı tayyibe varsa, hususan Arafat’ta söylenen Allahü Ekber ve sâir mübarek kelimeler, semâvât âlemlerini çınlatıp, berzah tabakalarında da dalgalanıp seda veriyor.
Hülâsa; hava tabakası, bilinen-bilinmeyen, madde ve mânâ âlemlerine bakan milyonlar, belki milyarlar vazifesiyle çok büyük neticelere hizmet ediyor. O neticeler, âhiret âlemlerinde tamamen ortaya çıkacak ve insanlar o neticelere göre ya mükâfat ya da ceza göreceklerdir.
Benzer konuda makaleler:
- İnsan için en mühim maksat: Allah’ın muhabbetine mazhar olmak
- Bütün kâinatı insana koşturan, rahmettir
- Rahmân’ın istediği en mühim iş şükürdür
- Rahmân’ın istediği en mühim iş şükürdür
- Bir avuç havadaki mu’cize
- ‘Kâinatın teşkilâtı’ neyi intâc ediyor?
- Allah’ın, kullarından istediği en mühim iş
- Tevhid cilveleri
- Bir Mevlid-i Şerif hatırasıyla gelen tefekkür
- Bir Mevlid-i Şerif hatırası
İlk yorum yapan olun