Babaannemden ibretli bir hatıra

Merhum babaannem çok çalışkan, çok becerikli, çok cesur ve inançlı bir insandı. Genç yaşında dört çocuğu ile dul kalmıştı. Onların yetişmesi için o fakirlik yıllarında tabir caiz ise geceli gündüzlü çalışmıştır. Çocuklarından bir tanesi Arif dokuz yaşında vefat etmiş, babamla iki ablası kalmıştı.

Babaannem insanlara sınırsız zulümlerin yapıldığı, Kur’ân okumanın yasaklandığı, ezanın Türkçeye çevrildiği millî şef devrini zaman zaman bize anlatırdı. Evdeki Kur’ân’ı bile gizlediğini söylerdi.

Sonradan Kur’ân Kursunda okudum, ama kursa gitmeden nasıl abdest alınacağını, gusül abdestinin ne olduğunu ve nasıl namaz kılınacağını tatbiki olarak babaannem bana öğretmişti. Allah gani gani rahmet eylesin.

Zaman zaman bana “Ali, haydi bakalım bir abdest al. Bir namaz kılalım” derdi. Öğreninceye kadar bütün vakitlerin hem sünnet hem farzlarını bana tekrar tekrar öğreterek kıldırmıştır. Biz de, o zaman namaz pöstekisi vardı. Siyah renkli hayvan derisinden, ancak tertemiz. Zamanla namaz kılına kılına secde mahalli ile diz konulan yerlerin tüyleri hafif dökülmüştü. Onun evin tahta olan köşesinde bir yeri vardı. Namaz kılan, alır namazını kılar yine pöstekiyi (namaz postu) yerine asardı.

Bütün vakit namazlarını bana, sesli olarak kıldırarak öğretmiş nerede, nasıl okunacak diye….

Tabiî o yıllar çok fakirlik yılları idi. Köylüler gece gündüz çalışarak geçimlerini temin ederlerdi. Şayet evde erkek varsa o gurbete çıkar, gurbetten getirdiği ile kışın daha kolay geçirilmesi için aile bütçesine katkı sağlarlardı.

Babaannemin gurbete gidecek kimsesi olmadığı için ve çocukları küçük olduğundan, evin idaresi tamamen omuzlarına kalmıştı. Baba evinden (Kaboğları sülâlesinden) destek görüyordu, ancak onlarda da pek birşeyler yoktu, geçim sıkıntısı çekiyorlardı.

Arazimiz çok olduğu için Babaannemin mısır, fasulye, tereyağı, mısır kabuğundan örülen hasır iplerini örüp sattığını ben de hatırlıyorum. Babaannemin o karanlık devirlere ait hazin bir hatırasını sizlerle paylaşmak istedim. Rahmetli babaannem o hatırasını yaşlı gözleri ile şöyle anlattı:

“Biraz gaz, biraz tuz ve evin bazı eksiklerini almak için sepetime biraz da tereyağı koyup sabah erkenden kalkarak yaya olarak Rize’ye gittim. Yolda giderken eskimesin, yırtılmasın diye çarıklarımı çıkarttım, sepete koydum. Çarşıbaşı dediğimiz yere gelince ayaklarımızı yıkar çarıklarımızı giyerdik.

-Peki babaanne, neden çarıklarınızı çıkartıyordunuz?

“Oğlum çarık eskir, taşlardan delinir, ikinci bir çarık almak zor, onun için onları öyle  kullanırdık. Giymeye kıyamazdık. Rize’ye indim çarşıbaşına iki üç tüfekli asker ‘Başınızı açarak çarşıya öyle girebilirsiniz’ dediler. Ben ve benim gibi ihtiyacı için Rize’ye giden başı kapalı birkaç hanım da aynı durumla karşı karşıya kaldık.

Ben askerlere ‘Oğlum -o zamanki adı ile- ben Karadere’nin Silyan Köyü’nden yaya olarak bu kadar yolu yürüyerek geldim. Yolum çok uzak. Sepetimde yağım var, onları satıp gaz ve tuz alacağım. Evde yetim çocuklarım var. Bu baş örtüsü benim namusumdur. Benim akrabamdan daha yakın zamanda altı kardeş Sarıkamış’a gitti. Bir daha geri dönmediler. Ben burada ölürüm, amma başımı açmam dedim”.

Ne kadar yalvardı ise babaannem askerleri ikna edememiş. Askerler baba anneme; “bizim de anamız, bacımız var. Bize böyle emir verdiler. Ya başınızı açarak çarşıya gireceksiniz. Ya da geriye döneceksiniz” demişler.

Babaannem anlatırken gözleri doluyordu. Gözlerinden o hali sanki bir daha yaşıyormuş gibi yaşlar akıyordu. Babaannem devam etti: “Çarıklarımı çıkartıp sepetime koydum. Çarşıya girip yağımı satamadan, ihtiyaçlarımı alamadan tekrar geri köye döndüm.”

Bunu anlatırken babaannem içten, kalbten, “Bize böyle yapanları Allah kahretsin” derdi. Fazla bir şey ilâve etmeye her halde gerek yok. Orta yaşlı bir dul köy kadınını başı kapalı olduğu için kendi vilâyetine sokmayan  zihniyetin kalıntıları bugün de var, yarın da olacak.

Şehit kanları ile yoğrulan ülkemizde yıllarca bir başörtüsü kavgası devam etmedi mi? Bugün bile bir çok alanda aynı yasaklar devam etmiyor mu?

İşte babaannemden dinlediğim, yaşanmış bir hadiseyi insaf sahiplerine ithaf ediyorum…

Biraz olsun vicdanlı düşünelim… İster inansın, ister inanmasın bütün insanların bedenleri bir gün toprak olacak. Gerçek âlem ahiret hayatı başlayacaktır… Orada herkesin defterleri bir bir açılacak, herkes yaptığının karşılığını bizzat Yaradan tarafından görecektir.  

Bu arada Kur’ân Kursunda okurken bana çok hizmet eden babaanneme bir kerre daha Hz. Allah’tan rahmetler diliyorum. Geçmişte malûm zihniyetin zulmüne maruz kalan kadın, erkek, hoca efendilere Hz. Allah’tan sonsuz rahmetler diliyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*