Na’büdü mütâlaaları-3
Bu daire mükemmel ve muazzam bir manâ arz eder. Bu manâ ise cemaat şuuru ve cemaat olma hâli ile idrak edilir.
Üstad, “namazdaki cemaatin azîm sırrını ve büyük menfaatini” tahkîke evvelen bulunduğu Bayezit Camii’nden başlar. Cemaatin her birini, birbirine bir nevi şefaatci olması makamında görür.
Âdeta kıraatle izhar edilen hükümlere ve dâvâlara birer şahit ve birer müeyyid görür. Ferdî olarak yapılan eksik ubudiyetini, cemaatin büyük ve kesretli ibadeti içinde külliyet kesbedip dergâh-ı İlâhiyeye takdime cesaretinin geldiğini ifade eder.
İstiâne ve istiâze duasının ardından “ihdinâ” duâsı ile cemaatin hepsinin de “ihdinâ” ile iştirak edip, tasdik ettiklerini görürken aynı zamanda bir başka perdenin açıldığını keşfeder.
Açılan perdede İstanbul’un bütün mescidlerini ittisal ettirir. Hayalen yanyana, bir arada tasavvur edilen cemaat ve mescidleri ile cem’an bütün İstanbul’u bir büyük mescid olarak tahayyül eder.
Böylece büyüyen ve kalabalıklaşan bu büyük şehir mescidinin kesretli cemaati; birbirine hem şefaatci, duâcı, hem de davasının tasdikcisi olduğunu tesbit eder. Bu cemaate dahil olmaya, dolayısıyla insanı şöyle bir menfaatin beklediğine işaret eder:
“Âlem-i İslâm, büyük bir mescid sûretini aldı. Mekke, Kâbe mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba teveccüh ederek, benim gibi ‘İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn’ deyip, herbiri umum namına hem duâ, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar. Hem, ‘Bu kadar azim bir cemaatin yolu, davası yanlış olamaz ve duâsı reddedilmez; şeytanî vesveseleri tard eder’ diye düşünürken ve namazda cemaatin büyük menfaatlerini bilmüşahede tasdik…”1 ile ve tahiyyatta okunan, aynı zamanda imanın tercümanı olan kelime-i şehadeti, mübarek Hacer-ül Esved’e tevdî ederken bir perdenin daha açıldığını ifade eder.
“Rûy-i zeminde mü’minler ve muvahhidindeki cemaat-i uzma”2da dahil olan kalbi uyanık insanın tefekkür ufkunu ilerilere nakleder. Bu ufka bütün zamanlardaki halkaların da dahil olması ile sınır tanımayan bir cemaat-ı uzmaya dahil olma hakikatı ortaya çıkıyor. Burada, şu an bulunduğumuz yerde vaktinde namaza durmakla, arz üzerinde bize isabet eden halkaya dahil oluyoruz.3 Bu halkada kimler ve hangi kardeşlerimiz var? Hangi devletten, hangi milletten ve hangi yaşlarda? Yaşları, elbiseleri, meslekleri, farklı ama kulluk noktasında aynı halkada saf tutmanın verdiği uhuvvet, tesanüd ancak bu mânâ ile hâlen, hissen yaşanır. İmanla yaşanan bu hissiyâta sahip olan insanlardan teşekkül eden cemiyetin içtimaî sıkıntıları da inşâallah gittikce azalır.
Bu halkaya dahil olmak azmi ile gününü namaz vakitlerine ayarlayan mü’min ve muvahhid; intizam ile hâsıl olan berekete de nâil olur inşâallah.
Bir düşünsenize; sabah namazı vaktinde kâinat çapındaki muazzam inkılâba, arzda muvahhidîn halka halka saf tutmuş, sırayla istiâne, istiâze yapıp, ihdina ile sırat-ı müstakim için birbirlerinin destek ve tasdikcisi olarak duâ ediyorlar…
Bu muazzam mânâlar bizi, zamanında ve cemaatle kılınan namazda beklemekte.
Hadise sadece bununla da kalmıyor. Bu halkaya dahil olanlar sadece biz değiliz. Çünkü bu “iyyake” dairesine dahil olanlar çok ziyadedir.4
Bu makamda “iyyake”nin tekrarındaki5 hikmetin taharrisi bizi şu ufuklara idhal ediyor:
Evvelen hitabetteki ve bulunan huzurdaki lezzeti “Ancak Sana” ifadesi ile arttırabiliriz. Zira muhatap, Rabbimizdir. Sevdiğimizle sohbet, beraber olma huzuru ve bunların devamı, alınan lezzetle kâimdir.
“Ayan makamının bürhan makamından daha yüksek olduğu”6 hakikatı muazzam, tarifi mümkün olmayan sadece yaşanabilen bir hâldir. Esbâb dünyasından tecerrüdle, açık bir şekilde, ortada, huzurda yani Rabbin huzurundasınız. O’nun (cc) huzurundasınız. Bu makam öylesine yüksek ki, kıymetini anlatmaya, delil getirmeye ihtiyaç kalmayacak kadar yüksek bir makamdır.
Bürhanın ihtiyaç hissedilmediği bir yüksek makamda olma hususu, vaktinde kılınarak, yani halkaya dahil olarak, yapılan umum duâlara cem’an “âmin”lerle iştirak ederek ve destek olarak bu mana ve makam ancak mümkün olur.7
Bu öyle bir huzur ki artık orada tamamen sıdk var, kesinlikle kizb yok. Kalbi gözünü, gözü kalbini tekzib etmez. Görünen, yaşanılan, hissedilen doğrunun, hakkın ve hakikatın kendisidir. Eşyanın hakikatının üzerine çıkılan bir makamdadır artık.
Mi’rac-ı Muhammedî (asm) ile ikram edilen ve açık bırakılan bu kapı musallîleri beklemekte.
Bu dördüncü ufuk ise ihlâsa davet eder. “İyyake” ile ibadet ve istiânenin ayrı ayrı olduğunu ve herbirisinin müstakil olduğunu idrak etmemize işaret eder. Yani ibadeti, istiâne için değil, sadece rızay-ı İlâhî için yapmamızı ihtar eder. “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı” düsturu unutulmamalı ve kesinlikle ibadetimizin olmazsa olmazı olmalı.
Evet ubudiyet hizmetimizdir, Rabbimizin ihsanı ise ücretidir. Yapılan ihlâslı ibadet; kulu, esbabdan ve esbaba prestişten kurtarır. Kâinatta vaz edilen esbaba teşebbüs, hikmetin iktizasıdır. Rabbi, tazim etmek kulun vazifesidir.
Na’büdü mütalâasının ehl-i tevhid ve secde ehli olan tâifesi ile yapılan seyâhattedeki tesbitler, keşifler bununla kalmıyor.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, B.Said Nursî, sh. 957
2- Mektubat, B.Said Nursî, sh. 668, Mesnevî-i Nûriye sh. 116
3- Bu halkalar her an arzın üzerinde halka halka yayılır. Namaz vaktinin girdiği her halka rükûya gider, secdeye varır vaziyeti ve bunun ardından bir sonraki halka ve yayılan halkaların ittisal vaziyeti ile bütün arz rükû ve secde hâlinde görülür. Bu halkaya, kâinat ve masivadaki mevcudâtın da dahil edilerek tasavvuru ile azamet-i İlâhiye’nin, saltanat-ı Rabbaniyenin ceberut-u mutlakının aynelyakîn müşahadesi mümkündür.
4- Her mevcud, lisan-ı hâliyle ‘Bismillah’ diyerek bilmanâ iyyake na’büdü hakikatı ile tevafuk edip halkaya dahil olurlar.
5- ‘İyyake na’büdü’ ve ‘iyyake nestaîn’ deki ‘iyyake’ler.
6- İşaratü’l-İ’caz, B.Said Nursî, sh. 43
7- Ayan makamı, şuhudî bir mana arzeder. Bu şuhud ile aynelyakîn derecesinde Rabbimiz ile muhatab olmak mümkündür. Fatihânın başındaki ifade edilen manalar gaybî manalardı, şuhud edemediğimiz manalardı. İşte, iyyakeler ile, gaybîlik şuhudî bir makama inkılab etti. İlmelyakîn ise aynelyakîn hâlini aldı. Kul, artık huzur-u İlâhîdedir…
Benzer konuda makaleler:
- Zerrât-ı vücûd tâifesi
- Herşeyde meşveret hükümfermadır
- Diğer tefsirlerde Na’büdü mütalâaları
- Hizmette “3 T” formulü: Tekbir, tedbir, takdir
- Kâinat tâifesi
- Bir kurban yazısı
- “Meşveret kararı aldınız, şimdi ne oldu?”
- Cemaat olmanın temel esası: “Ben” değil, “Biz”
- “İstişâre eden pişman olmaz”
- Kur’ân ve diğer dinî kitaplar
İlk yorum yapan olun