Erken bir kıyamet kopmadan önce!

Bediüzzaman’ın siyasî ve içtimaî tespitleri dikkate alınmadığında dünyayı büyük bir buhrana doğru sürüklemiş oluyoruz. Zira yaptığı tespitleri, o günde de yerli yerinde idi; şimdi de tam günümüze bakan, hattâ zaman ötesini aşan tespitler olduğunu görüyoruz.

Bilhassa—hepsi öyle de—Hutbe-i Şamiye ve Münazarat, ısrarla güncelliğini koruyor ve anlaşılmayı bekliyor. Âlem-i İslâm’ın içinde bulunduğu dehlizler, Türk-Kürt sorunu, komşu ülkelerle ilişkiler, Avrupa Birliği ve daha pek çok meselenin çözümlerini bu eserlerde bulmak mümkün. Ancak yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ anlaşılmamış ve keşfedilmeyi bekliyor.

Bu durumda dünya ve insanlık kaybediyor. Zira, eğer çıtayı doğrultmazsak “erken bir kıyameti beşer başına koparacak” gibi. Üstad bu tehlikeyi görmüş ve uyarısını yapmış. Tıpkı zayıf istibdat döneminde yine milleti uyarıp “Uyanmazsanız, hürriyet ve meşrutiyete sarılmazsanız daha şiddetli bir istibdat geliyor” demesi gibi. Ve dediği gibi de 12-13 yıl sonra mutlak bir istibdat milletin ufkuna karabasan gibi çökmüş ve 27 yıl sürüp devam etmiş. Çok zararla birlikte çok zulmü de beraberinde getirmiştir. Ve yine daha o uyarıyı yaptığı yıllarda Üstad; muvakkaten çöken karanlığın arkasından yeniden gün aydınlanacak diyerek müjdesini vermiştir. Dediği yine olmuş ve 1950’den itibaren de hürriyet ve demokrasi güneşi parlamış, ancak bu da zaman zaman bulutlarla kapanmıştır.

Hâlâ da bugün o bulutlar kesretle ve yoğun olarak o “demokrasi güneşini” engellemeye çalışıyor. Bunda tabii ki beşerin hatası büyük. Büyük güçlerin ve insaniyetten nasibi olmayan bencil ülkelerin dünyayı bir pasta gibi görmesi ve en büyük parçaya talip olması dünyayı savaş alanına çeviriyor. “Zalim zulmünde devam ederken mazlum zilletinde ölüp gitmeye” devam ediyor. Bunun elbette bir Mahkeme-yi Kübrası olacak, ancak ehl-i hamiyetin elini kolunu bağlayıp seyretmesi de doğru değildir. Zira o da, bu seyirden, o Mahkeme’de hesaba çekilecektir.

Ehl-i hamiyetten kastım tabi ki öncelikle Nur talebeleridir. Çünkü onların yüklenmiş olduğu vazife oldukça ağır bir vazife. Üstadın dediği üzere kâinat Risale-i Nur’la alâkadar ve onun hizmetine bir sekte ya da duraklama gelirse zeminin hiddetlendiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu hizmetin hiç durmadan ve aksamadan devam etmesi büyük önem arz ediyor. Ancak şunu belirtmekte yarar var. Hizmet yalnızca kendi yağında kavrulmak olmamalı. Ya da sadece okuyup satırda bırakmak olmamalı.

Risale-i Nur’u okumalıyız, okutmalıyız. İçindeki hakikatlerin gerekiyorsa—sadeleştirmeden—şerh ve izahları yapılmalı ve belki de en önemlisi sadece konuşmaktan ziyade yaşantımıza, hareket ve ef’âlimize yansıtmak gerekir. Aksi hâlde sadece okuyup yaşamamak kimseye bir fayda sağlamaz. Ayrıca bu zamanda belki lisan-ı kalden çok lisan-ı hâl tesir ediyor. Bir de Risale-i Nur’u bir bütün hâlinde anlayıp yaşamak lâzım. İçtimaî ve siyasî hayatla ilgili verilen ölçüler ihmal edilirse beklenen fayda ve istifade asla olmaz. Üstad; üç döneme ayırdığı hayatının birini ötekine tercih etmiş değildir. Meselâ; Yeni Said konuşurken yer yer Eski Said’e söz vermiştir. Çünkü onun fikir ve sözleri, her zaman ve zemine uygundur ve o fikirlere de ihtiyaç vardır.

Kıyametin ne zaman kopacağı bizce meçhul, yani Allah’ın ilminde; ancak tahminî tarihler verilmiş… Ancak unutulmamalıdır ki Bediüzzaman, pek çok yerde “erken bir kıyamet”ten de bahseder. Demek ki bu tarih, beşerin iradesi yönünde değişebilecektir. Meselâ “Sadaka belâyı def eder” nevinden Risale-i Nur’a tam ve sıkı sarılırsak, evet bu tarih belirtilen o tarih olabilir. Ancak sadakat ve sebatta ve tabiî tesanüdde bir problem ve gevşeme olursa, o tarih  daha önce de olabilir.
Şu anda dünyanın gidişi çok umut vaad edici değil, ne var ki biz yine ümitvarız! Dünyanın gidişi, midesi bulanan şu asrı iki kere kusturdu, yeryüzünü kanla bulaştırdı, hâlâ da bulanmaya devam ediyor.

Umarım Risale-i Nur hizmeti ve hakikatleri 2. Dünya Savaşı’nın şerrinden sadaka nevinden bizi kurtardığı gibi bu sefer de tüm dünyayı kurtarır. Bunu ümit ediyor ve bunun için dua ediyoruz.

Elhasıl; Nur talebeleri çok vazife düşüyor. Azamî ihlas, azamî sadakat, azamî sebat, azamî feragat, azamî tesanüt birinci vazifemiz. Risale-i Nur’ları Üstadın anlattığı şekilde okuyup anlayıp yaşamak elzem. İçinden siyasî ve içtimaî tespitleri ayırmadan, seçmeden, ötelemeden bir bütünlük içinde hakkın hatırını âlî tutarak okuyup anlatma ve yaşatma gayreti içinde olmak bize lâzım olan tek şey. Allah istikametten ayırmasın vesselâm! Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*