Hem Nurculara, hem Demokratlara yapılan ihtilal: 12 Eylül

Evet, bu en büyük fitnenin, bugün 43. senesi. Birçok genç, o günleri bilmez. Ancak bizim gibi yaşayarak, hem de dem ve damarlarına kadar yaşayarak bilenlerin anlatmasıyla öğrenirler.

O gün, sabah namazına kalkmıştım. Namazı kıldım, rahmetli babam yanıma geldi: “oğlum, ihtilâl olmuş!” dedi. Tabii, buz kestik. Hemen radyoyu açtık. Yine aynı terâne… Hasan Mutlucan kahramanlık türküleri söylüyor vs.

Bu en büyük fitne, Nurcuların bölünmesine sebeb olan fitne, yaşayarak gördüğümüz 3. ihtilâldi. İlk iki ihtilâl olan 27 Mayıs 1960 da, 12 Mart 1971 de dâhil olmak üzere, bu üç ihtilâl de, hem Nurculara, hem de, Demokratlara karşı yapılmıştı. Öyle ki, 12 Mart 1971, Demokratların beline öyle bir darbe vurmuştu ki… daha, o günden, bugüne belini doğrultamamış ve tek başına iktidara gelememişti. Ve bu günlerde milletin çektiği maddî mânevî sıkıntıların altında yatan sebeb de buydu işte.

Neyse, 12 Eylül’ü anlatıyorduk… Artık ihtilâl oldu, ortalık toz-duman. Kendilerini, milletin ağası, milleti de kendilerinin kölesi zanneden hâinler, millete kan kusturuyorlardı. Malûm olan birçok şeyi zaten herkes biliyor. Biz, kendi dünyamızda yaşadığımız bazı hadiselerle devam edelim…

70’li senelerde, “dini siyâsete âlet eden” ilk parti kurulduktan sonra, cemaatte başlayan ve bizim de, bizzat içinde yaşadığımız iftirak hareketleri neticesinde, ilk ve büyük bir “Yeni Asya muarızlığı” nı görmüştük. Bizler, tabiri caizse, bir avuç kalarak, işin doğrusunu anlatmaya çalışıyorsak da, olmuyordu işte. İstanbul’da “üç Mehmed’ler” ve Erzurum’da bir “dördüncü Mehmed” olan Kırkıncı hoca, bize destek oluyor, Ankara’ya bazen geliyorlardı. Hususan, Köşk dershanesine, Kırkıncı hoca, sık, sık Vahdet Yılmaz’ı yollayıp, oradaki arkadaşların moralini yükseltiyordu.

Cemaat içindeki iftirakların sebebi olan bu siyâsî hastalıktan dolayı, bazen kafası karışanlar Erzurum’a gönderiliyor, orada, Kırkıncı hocanın ikna metoduyla, bir nev’i, hastalık tedâvi ediliyordu. Hattâ o senelerde, Kırkıncı hocanın, Yeni Asya Yayınlarında “siyâsî tesbitler” isimli bir de kitabı çıkmış, bu mevzuları güzel anlatıp, îzah ediyordu. Hoca, yanına bu iş için gidenleri iknâ edip, geri yolluyordu. Garibtir, hem çok garibtir, böyle bir Kırkıncı hoca, 12 Eylül fitnesini anlayamadı.

İhtilâlin birinci senesinde, ben de Erzurum’a tayinen gelmiştim. Lojmanımızda, bizden büyük abilerimizle ders yapıyorduk. Üstelik de, lojmanımızda “12 Eylül askerî savcıları” oturmasına rağmen… Zaten, her ihtilâl zamanı, birçok tarikat ve cemaat mensubu çil yavrusu gibi, sağa-sola dağılırken, bir tek, nur talebeleri korkmadan ve ara vermeden derslerine devam ediyorlardı. Abimizin biri, 12 Eylül’cüleri methedip ;”kardeşler, bunlar, okullarımıza din dersi mecburiyeti getirecekler, bu çok büyük bir hizmet. Onun için referandumda ‘evet’ oyu verelim!” deyince, şimdi hayatta olmayan müteyakkız bir abimiz ona, Erzurum şivesiyle demişti ki; “ gardaşşş, ahan da, bunların ağa babaları (M: Kemal) gongre için Erzurum’a gelende, bizim abu ecdadımız ‘Hz. Halid (Halid bin Velid) gelmiş!’ diye, taaa İstanbulkapı’da karşılamışlardı. Sonrasını biliyoruz. M. Kemal’in nasıl din düşmanlığı yaptığını gördük. Bunlar da (12 Eylül’cüler), sakın ola ki, aynısını yapmayalar!. Bir parmak bal çalıp, sonra bizi kandırmayalar!” demişti.

Evet, o rahmetlinin dediği çıkmıştı.. aynı zamanda, seneler sonra, Yeni Asya’nın dediği de çıkmış, haklılığı anlaşılmıştı. Ama kimse hatadan dönme faziletini göstermemiş, cemaatî iftirak da, böylece devamla yerinde kalmıştı…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*