O, adi kundura boyacısını gördüm

Bahsedeceğim hadise, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin, Tesettür Risalesi olan 24. Lem’a’da anlattığı kısımdır.

Ve Üstad Hazretlerinin tek ceza aldığı da, bu risaledir. Süfyan’ın mahiyetini anlattığı 5. Şua’dan bile ceza almamışken, niye bundan almıştır? Çünkü tesettür mes’elesi çok mühimdir de ondan. Bir İslâm cemiyetinde, tesettürü kaldırır veya âdileştirirseniz, o cemiyetin ahlâk direkleri çatırdar ve Allah muhafaza, o cemiyet yıkılmaya mahkûm olur. (Bugünkü hâlleri görüyoruz.) Onun için, bu İslâm cemiyetini yıkmak isteyenlerin bam teline temas ettiği için, Üstada, bundan dolayı ceza verilmiştir.

Evvelâ, “âdi” kelimesine bir îzahat yapayım. Risâlelerin değişik yerlerinde Üstad bu kelimeyi kullanıyor. Ama onun kullanış mânâsı, halk nazarındaki “alçak, seviyesiz vs.” gibi değil. Üstad, “âdi” kelimesini “sıradan” olarak kullanıyor. Yani, Üstadın bahsettiği, sıradan, normal bir kundura (ayakkabı) boyacısıdır. Ve tesettür bahsinde geçen kısım da şöyledir: “Mesmuâtıma (duyduğuma göre) göre, merkez-i hükûmette (Ankara), çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor.”

Evet, işte bu bahsettiği hadisenin vuku bulduğu yerde, daha sonraları ben de, 8 yaş civarındayken, ilk def’a ayakkabı boyacılığına başlamıştım. (Her ne kadar, bazı insanlar, geçmişte yaptıkları helâl kazançlı mesleklerinin bilinmesini istemese de, biz şükür, bundan gocunmayız.) 60’lı senelerin başında, yaz tatillerinde yaptığımız kundura boyacılığı, Ulus’tan, Ankara Kalesi, hisar yokuşu ile Bentderesi semtine inen yokuşun başındaydı.

O zaman çocukluk hâlimizde “Boyayalım abi boyayalım, badem yağlı, bol cilâlı yimbeş (yirmi beş)” tekerlemesiyle müşteri celb etmemizi hiç unutmuyorum. Yan yana dizilen belki 30-40 kadar boyacı vardı. Babamın yaptığı basit bir ayakkabı boya sandığının yanında, daha değişik şekillerde sandıklar vardı. Bunlardan en lüksü de, sarı renkli (pirinç, mis) küçük boya kavanoz kapakları ve sandığın süslemesi de yapılan ve ayak basılan yerin altı da aynalı olan sandıklardı.

Risale-i Nur’la müşerref olup yukarıdaki bahsi okuyunca, o hadise hafızamızda canlandı. Bir gün, yanımızdaki, bizden büyük boyacılar, daha yukarıda duran süslü sandıklı bir adamı işaret ederek; “İşte, o adam buymuş…” diye, biraz da, teferruatıyla, o geçmiş hadiseyi, birbirine anlatmışlardı. Ben de, çocuk aklımla, bunu pek anlamasam da, sonradan, Üstadın da bahsetmesiyle kareleri birleştirince anlamış oldum.  Ve Üstadın o anlattığı vak’anın da, dolayısıyla, bir canlı şahidi olmuş olduk. O hadiseden sonra da, o süslü sandıkların ayak basma yerlerinin altına ayna yapmak yasaklanmıştı.

Demek, Üstad, tesettür bahsini boşuna yazmamış. “… tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vurması” boşuna değilmiş. Şimdilerde, o günleri mumla aratacak hâller zuhur ediyor. Allah, şu aziz milletimizi muhafaza etsin. Yoksa, bu alçak hâller yüzünden, kendi ellerimizle afâtlara maruz kalırız…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*