İnsan beynindeki tevhit mührü

Merhabalar,

Yine kısa bir aradan sonra, siz kıymetli dostlarla buluşmanın sevincini yaşıyorum.

Bu ilmi çalışmayı yaparken, öncelikle bilgi dağarcığıma yeni yeni şeyler katıyor, yeni kazanımlar elde ediyorum şüphesiz. Lakin bu esnada hayret ettiğim, çözmekte aciz kaldığım çok mucizelerle de karşılaşıyor ve görüyorum. Biricik gayem, edindiğim bu ilmi semerelerden, meyvelerden sizlere de yedirmek ve hep beraber anlamlı bu gıdalardan ilmen, ruhen ve kalben haz ve lezzet almaktır.

Malum olduğu üzere, Kur’an’da Allah Teala’nın ilk ayeti “OKU!” İlahi emridir. “Rabbinin adıyla oku! O, insanı döllenmiş bir yumurtadan yarattı.Oku! insana bilmediklerini öğreten, kalemle yazmayı belleten Rabbin kerem sahibidir.” (Alak 96/1-5)

Allah’ın ilmi sonsuzdur, diğer sıfatları gibi ezeli ve ebedidir. Bizim bildiklerimiz ve buna ilaveten bilemediklerimiz, varlıklardan zerre, ummandan damla bile değildir. Dolayısıyla bir insanın ilmi sıfatı ve unvanı ne olursa olsun, böbürlenmemeli enaniyete, benliğe kapılmamalıdır

Görüldüğü üzere, “OKUMAK” kutsal değerlerimizin baş tacı iken, üzülerek ifade etmeliyim ki, okumada dünya ülkelerinin çok gerisinde kalan bir ülkeyiz. Bazı araştırmalarda daha üst sıralarda yer almakla birlikte, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESKO) verilerine göre 86. ncı sıradayız.

Allah rahmet etsin, Almanya’da çalışan emekçi bir dayım vardı. Şöyle derdi; “İş yerlerine gitmek için sabahın erken saatlerinde kalkar hızlı trenlere binerdik. Yolculuk esnasında herkes okunsun diye çantasından bir kitap veya bir dergi veya başka bir şey çıkarır ve okurdu. Haliyle ortalıkta büyük bir sessizlik hakim olurdu.” M.E. Md. İken öğretmen arkadaşlarımla yaptığım bir toplantı esnasında, kendilerine aktardığım istatistiki bilgilerde, ülkemiz öğretmenlerinin okuma oranının yüzde 65 lerde olduğunu dile getirmiştim. Elbette bu hepimizi üzen bir sonuçtu. Burada konuyla alakalı olduğu için aktarmadan geçemeyeceğim bir hadiste Hz.Peygamber(asm), “İnsanın hayatında ihmale gelmez, her halukarda değerlendirilmesi gereken çok kıymetli iki husus vardır. Bunlardan biri sıhhat, diğeri boş zamandır.” buyurmuştur. Okumayı rutin bir adet haline getirmek, insan için en önemli bir vazife olmalıdır. Zira maddi ve manevi kalkınmanın, terakkinin kaynağı ve temeli de budur.

Makalemin bu girişinden sonra, esas konumuzu teşkil eden bu ayeti nazara vermek istiyorum ki, Allah mu’minlerin sıfatlarından bahisle, onlar; “AKILLARINI KULLANIRLAR.” (Yunus/100) ifadesiyle, aklını kullanmayanların mükemmel bir insan olamayacağını belirtmiştir. Akıl, insanı sultan ettiği gibi, silik bir para ve “yürüyen bir mezar” derekesine de düşürebilir.

Olaylara ve varlıklara, bilimsel bakar, aklımla düşünür, vicdanımla hisseder, buna göre karar veririm. İnsan, aklı vasıtası ve nedeni ile bütün varlıkların en şereflisi olarak yaratılmıştır. “İnsan bu aleme ilim vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat ( kabiliyet) itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün hakiki ilimlerin (ulum-u hakikiyenin) esası ve madeni (kaynağı) nuru ve ruhu; marifettullah (Allah’ı isim ve sıfatları ile bilmek) tır. Ve onun da esas temeli iman-ı billahtır (yani Allah’a iman etmektır.)”

Kur’an- Kerim’de, “Allah, emaneti yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. O emaneti insan yüklendi (hamulesi oldu). Doğrusu o (insan) çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab 33/72) İşte o emanet, akıl ve düşünce (tefekkür) kabiliyetidir. Allah nimetleri ifade sadedinde; Ayet’te meâlen “Allah’ın sizlere bahşettiği nimetleri saymaya tevessül ederseniz şayet, onlar saymaya gelmez, zira sonsuzdurlar.” (Nahl 16/18) buyurmuştur. İşte burada görüldüğü üzere, insanı en şerefli varlık mertebesine çıkaran ve bütün bu nimetlerin başında gelen bu akıl ve tefekkür nimetidir. Aklını dosdoğru kullanmayanlara cahil ve zalim denilmiştir. Başka bir çok ayette de bu nimetleri görmemeyi nankörlük olarak telaki etmiştir. Zulmün bir manası da karanlığı ifade eder. Yani zalim, bir cihette kendi kendini karanlığa mahkum etmesi demektir. İnsan olan bir insan, gündüzün güneş aydınlığı varken, karanlık gecenin kör yarasası olmamalı. Zira bu en büyük nankörlük ve kendine dönük en acımasız hıyanet anlamına gelmez mı?

Biz Allah’ı ilim vasıtasıyla ve bilerek tanımak istiyoruz. Şüphesiz bilmenin de dereceleri vardır. Sağlam ve kat’i olarak bilmeye yakin diyoruz. Yakin ise, ilim ve dirayetin çok üstünde olan ilim sıfatıdır. Yakinen bilmenin de yine dereceleri vardır. Mesela uzakta bir duman görüyoruz. Orada ateşin varlığını ilmen biliyoruz demektir. Bu bilme derecesine ilm-el yakin denir. Ateşe yaklaşıp gözümüzle görürsek, ona ayn-el yakin bilmek deniyor. Daha da ilerleyerek bütün hislerimizle ateşin varlığını anlamamız ise; ateşin bizi yakması, vesair sıfatlarını bilmemizdeki ilim derecesine de, “HAKK-AL YAKÎN” diyoruz. Hakk-al yakîn ilmin en üst mertebesidir. Bunu Ömer NASUHÎ şöyle tarif etmektedir, “Abdin ‘kulun’ sıfatları, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarında fâni olup, kendisi O’nunla ilmen ve şuhûden ( görerek) ve halen bekâ bulmasıdır.(Yani Allah ile bütünleşerek ebedi bir hayata kavuşmasıdır.) Bu hususta ilim beldesının kapısı Hz Ali “Vallahi perde-i ğayb açılsa yakinim ziyadeleşmeyecektir.” İfadesiyle imanının kuvvetini ve yüksek derecesini izhar etmiş, göstermiştir.

İşte burada bizim iddiamız, kâinatta yaratılan her bir varlığın üzerindeki taklit edilmez İlâhî mühür (turra ve sikke) lerden yola çıkarak Allah’ın birliğine ve tevhide dair delilleri, bürhanları gözler önüne sermektir.

Allah Te’alâ bizzat bir kudsî hadiste, “Ben gizli, saklı bir hazine idim, beni arayıp bulsunlar diye insanları yarattım, halk ettim.” buyurarak bu önemli yaratılış gayesini nazara vermiştir.

Kabul edip tasdik etmek kalbe aittir. İmanın mahalli de kalptir, yani kalpte bulunur. Vicdan, insaf, hakeza kalbi duygulardır. Yine en değerli duygular şefkat, merhamet kalbî meziyetlerdir. Hele hele sevginin, muhabbetin kalpteki yeri bambaşkadır. İşte bu sevginin ifadesi olarak çoğu kez sosyal medyada kalb resminin kullanılması buna dayanmaktadır. Geçen yazımda da belirttiğim gibi, kaşlarımızın altındaki maddi, fiziki gözlerimizden daha etkin kalp gözü dediğimiz basiret vardır. Zaman zaman yanlış iş yapanlara vicdansız, basiretsiz diyoruz ya. İşte burada kasdedilen göz, o gözdür.

Çok önemsediğimiz beyinde acaba neler oluyor? diye bir soru sorulabilir. İnsan beyni aynen kalp gibi en önemli organların başında gelmektedir. Şüphesiz beyin aklın yurdu, hafıza ve zekanın yuvası yanında, bütün duyu organlarının da merkezi durumundadır. Burada sizleri bir dakika veya 10-20 saniye derin bir düşünceye davet etsem lütfen kabul buyurunuz.

“Bir mercimek tanesi kadar mevki (yer) tutan insanın hafıza kuvvesin (duyusun) da bir kütüphane kadar yazı yazdırmak (bilgi ile donatmak) ve bütün hadisat-ı kevniyenın mufassal fihristesini (yani kâinatta cereyan eden bütün olayları detaylarıyla fihristesini yani özetini) o kuvvecikte dercetmek (yerleştirmek) ve hem bir noktada, meselâ küçücük “incir çekirdeğin”de koca incir ağacının proğramını dercetmek elbette ve elbette her şeyin halıkına has ve bütün kâinattın Rabb-i Zülcelâline mahsus bir hatem (mühür) dır.(Sözler.s.296) Beyinde cereyan eden bütün bu olayların her biri başlı başına muhteşem birer mu’cizedirler.

İnsan beyni ile ilgili şu bilgiyi de vermek isterim. Bir koyun, bir keçinin beyin ağırlığı 150 gram iken, insan beyni tam on misli olmak üzere, 1500 gram ağırlığındadır. Bu beyin üzerinde çalışırken, hakikaten acaip dipsiz bir kuyu, sınırsız bir umman olarak gördüm. Aşağıda ancak az bir kısmı görüntülenebilen beyin resmine dikkatle bakmanızı tavsiye eder, öneririm. Orada kıl mesabesinde, belki kıl’dan daha ince, binlerce kilometre uzunluğunda kılcal damarlarla döşendiğini, örüldüğünü ibretle ve hayretle müşahede ediyoruz. Bu kılcallarla kalbden beyine abı hayat dediğimiz kanın taşındığını ve gereken oksijen ile beslendiğini görüyoruz. Bu kılcal damarların her birinin kendi babından çok mühim görevleri vardır. Bunlardan bir tekinin etkisiz hale gelmesi, harabiyeti, hasar görmesi bir motora bağlı kablolardan birinin kopması anlamına gelecektir. Beyin kanamaları halinde, beyin cerrahı sadece beynin dışına, beyin zarının üst kısmına müdahale edebilmektedir. Beyin o kadar muamma bir şifreler ile ağıdır ki, bunlardan birinin ilgası, bütün vücud mekanizmasının bozulmasına neden olacaktır.

Amerikalı Beyin Cerrahı Frank VERTOSİCK beyni, “Ruhun nadide bir kumaşı, sinir iplikleriyle dokunmuş bir mucizedir.” diye tarif eder. Bir insan beyninde 100 milyar civarında nöron bulunmaktadır. Her bir nöron, gök yüzündeki her bir yıldız ve yer yüzündeki her bir madde gibi bir biriyle ilişkili ve iç içedir.

San’atı görüp de sanatkarı görmemek en büyük gaflet ve nankörlüktür ve gayr-i insani bir dalalettir.

“Olamaz ki mikyas, mum ışığı, gündüzün güneşinde.

Sığmaz ki o koca bulut, bir testi, ya da bir yağmur tanesinde.”

Marifetüllah yolunda akıl yürütmeye ve O’nu ta’zim etmeye devam edeceğiz. Tevhid’in başka bir versiyonunda buluşmak üzere O’nun baki birliğine emanet eylerim.

Dr. Mehmet Aksoy

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*