Neoconları tanımak için

Dünya küçüldükçe, global fikir cereyanlarının mahiyetleri daha çok gizleniyor gibi… Belki de mücadelenin tabiatı böyle gösteriyor. Globalleşme ile küremiz bir köye dönüşünce; sloganların, forma ve ritüelleri ve onları temsil eden kişi ve kuruluşlardaki sür’atli değişim baş döndürücü bir nitelik kazanıyor.

Teşhisin önemini hastalara ve hekimlere sormak lâzım. Dinsizlik cereyanları teşhis edilmemek için büyük masraflarla geniş çalışmalar yapıyorlar. Fakat hadiselerin, şahıs ve fikirlerin mahiyetlerini bilenler, kısa sürede değişik format ve sloganlarla ortaya çıkan global cereyanları, doğru teşhis edebiliyorlar. Bediüzzaman Hazretleri Osmanlının son zamanlarındaki istibdadın sık sık forma ve slogan değiştirmesinden bahseder. Kendisi ise istibdadın mahiyetini bildiği için; saltanatçı, ittihatçı, komitacı ve hatta kanunlar perdesinde gizlenen istibdatları ilk bakışta teşhis eder.

Ahirzamanın dinsizlik cereyanı olarak Avrupa’yı iki yüz seneyi aşkın bir zamandır kasıp kavuran hareketin mahiyetini de Bediüzzaman, Risâle-i Nur Külliyatının birçok yerinde izah etmiştir. Söz konusu anlatımların satır aralarında; dünyayı insanlarıyla fitne, zulüm, sefahet ve diktatörlük ateşlerine yuvarlayan ideolojinin mahiyetini rahatlıkla okuyabiliriz. Sıfatlarını, işaretlerini, icraatlarını ve kendilerince karartılmış stratejilerini Said Nursî’de okumak mümkün olduğu halde, aynı cereyanın günümüzdeki temsilcisi olan neocon’ları (yeni muhafazakâr) tanımamızdaki zorluğun sebebi, söz konusu cereyanın içimizdeki karşı propaganda taarruzu olmalı, diye düşünüyoruz. Yani; Avrupa, Amerika ve Türkiye’deki yandaşlarının doğru tanınmasını engelleyen global medyanın dezenformasyonları, insanların savaş, kaos askerî darbe, devrim, sefahet ve tahribat peşinde koşanları teşhisimizi zorlaştırıyor.

BİR GENERALİN PROFİLİNDEN…

Meşhur sosyal bilimci Noam Chomsky’nin de yaptığı ikazlara rağmen hâlâ neocon ve neoliberallerin Türkiye tezgâhlarında gündelikçi olarak çalışan aydınlarımızın sayısı epeycedir. Bilhassa yazar, gazeteci, politikacı ve akademisyenler arasında bilerek-bilmeyerek neocon ve neoliberallere rüşvet karşılığında kalem sallayan aydınlarımız, hürriyetlerimizin yolunu tıkıyorlar. Doğru İslâmiyetten ve demokrasiden mahrum Kemalist eğitimin labirentlerinde yetişmiş olmaları da düşman cereyanlarının tezgâhlarında çalışmalarını netice vermiş olabilir. Geçenlerde Yıldıray Oğur imzalı bir meslektaşımızın Çevik Bir’le alâkalı yazısını okuduk. Henüz öğrencilik yıllarından itibaren demokrasi, insan hakları, semavî din ve medeniyet prensiplerine karşı yetiştirilmiş bir Troçkist devrimci profili. Silâhını bağlar bağlamaz Yassıada’da, milletin reyleriyle seçilen Türk demokratlarının Amerikan-Türk devrimcilerinin işbirliğiyle zindana tıkılmasında vazife almış.

Paşanın 12 Mart muhtırasında, 12 Eylül darbesinde ve 28 Şubat’ta çekirdek kadroda bulunmasını elbette tesadüfe bağlayamayız. Demokrasiden intikam almak için darbe teşebbüsünde bulunmuş bütün paşalardaki “devrim” damarının Leo Troçki’ye dayandığını kabul ettiğimizde, hem bizde ve hem de komşularımızdaki neoconları silüet olarak teşhis etmiş oluruz.

Kendilerine “yeni muhafazakâr” kimliğini alan bu global devrimcilerin İsrail aşkı, global Yahudi örgütleriyle içli-dışlı hayatları, bulundukları orduların içinde “gizli ellerce” sür’atle terfi ettirilmeleri ve önemli dış görevlere atanmaları ortak özellikleri olsa gerek. Çevik Bir’in 1990’lı yıllarda “Arap baharını” İsraillilere teklif etmesi ve BOP’ta bir nefer olarak çalışması belki ilgimizi çekmeyebilir. Fakat İkinci Dünya Savaşından sonra Yahudi elitinin Kuzey Avrupa’yı kısmen terk ederek Batı Avrupa ve Amerika’ya yerleşmesiyle birlikte, bu global dinsiz cereyanın da maalesef NATO’ya sızarak Pentagon üzerinden zaman zaman dünyayı kana buladığına şahit oluyoruz. 1950’lere gelirken Amerikan idarecilerinin yardımlarıyla henüz bağımsızlığa kavuşmuş Arap âlemindeki iktidar değişimlerine (Kaddafi, Nâsır, Burgiba, Esad, Salih ve Abdulkerim Kasım gibi) baktığımzda aynı devrimci asker profiliyle karşılaşıyoruz.

NEOCONLARIN ÖZÜ

Bediüzzaman münkirleri de kategorize ediyor. Allah’a imanı ilgisizlikleriyle kabul etmeyenleri “adem-i kabul” diye sınıflandırıyor. Yani kabul etmiyor. Öyle bir dâvâsı yok.. İkinciler ise “kabul-ü adem” olarak ortaya çıkıyorlar. Allah’ın yokluğunu iddia ediyorlar. İddialarını -güya- ispatlamak üzere felsefî ekoller kuruyorlar. İnsana, hayata ve inançlara müdahale için teşkilâtlanıyorlar. Allah’ı inkâra bağlı olarak semavî dinlerin inşa ettiği herşeyi yok etmeyi dâvâ ediniyorlar: İnsanî değerler, medeniyet, bütün inançlar, tabiat ve ahlâk onlar için tahrip edilmesi gereken şeyler. Devirme ve yıkma fiillerinden dolayı Bediüzzaman bu global dinsizlere “tahripkâr cereyan” diyor. Bu cereyanın Freudçu, Torçkici, Bolşevik, Sosyalist, Devrimci, Leninci, Maocu, Değişimci, Atatürkçü, Kemalist, Çağdaş, Tabiatçı, Nihilist, Marksist, Natüralist veya Neocon olarak isimlendirilmeleri, mahiyetlerinde, niyet ve icraatlarında bir değişiklik meydana getirmiyor.

Bu mesele bizi alâkadar etmiyor zannedebiliriz. Tezgâhtaki gazete manşetine, afiş tahtasındaki elektronik mesaja veya salonlardaki ekranlara muhatap isek, Bediüzzaman’ca en az yüz defa ihtar edilmiş bu küresel dinsizlerin özelliklerini bilmek zorundayız. Bu global dinsizlik cemaati bizi alâkadar etmiyorsa, en selâmetlisi bir zaviyeye çekilmemiz olmalı. Yoksa bile bile “dilsiz şeytan” tehdidiyle her gün yaşamak zorunda kalırız. Bu ise “ahirzamanı” bilemediğimiz mânâsına gelir. Rabbimiz hepimizi ahirzamanın fitnesinden, deccaliyet ve süfyaniyet fitne ve zulmünden muhafaza eylesin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*