Zarar veren politikalar

Bize göre hem Türkiye’nin iç barışını, hem ittihad-ı İslâmı ve hem de Asya-Avrupa barışlarını direkt ilgilendirdiğinden dolayı “şark meselesi” karşımızdaki en önemli problemlerin başında geliyor.

1980 öncesinin Marksizmden doğan anarşi ve terörünün 12 Eylülcülerin marifetiyle şarka “Kürtçülük” formatıyla nakledilmesi bu fitneyi ortaya çıkardı.. Hadiseye ırkçılık, bölücülük, mezhepçilik ve bölgecilik zaviyesinden yaklaşılması, sıkıntıyı daha da büyüttü.

Aynı zamanda bizzat Pentagon’daki devrimcilerce dizayn edilen bir proje idi bu. Türk ırkçılığıyla Kürt ırkçılığını dünya barışını bozmak, ittihad-ı İslâmı engellemek ve Hıristiyan-Müslüman ittifakını geciktirmek için kullananların projesiydi.

İşin arkasında Troçkici devrimcilerle masonların bölgedeki habis ittifakları ve manen Van depremini tetikleyen dehşetli ifsad, ahlâksızlık ve manevî erozyon vardı.

Avrupa ve Amerika’daki Türkiye düşmanlarının büyük paralarla dünkü Marksist militanların “siyasî bir parti” kurmaları da işe ayrı bir boyut kazandırdı. Ülkenin 81 vilâyetinde fevkalâde büyük paralarla olacak bir teşkilâtlanma efkâr-ı ammenin gözünden kaçırılmaya çalışıldı. Bölgenin asıl sahiplerini selefleri gibi tasfiye ve pasifize edecek “sanal Kürt temsilcileri” oluşturuldu.

Bir nevi şark meselesine dayandığından dolayı, Arap fırtınaları veya devrimleri meselesinde de çok yanlış şeyler yapılıyor. Pentagon’daki Neocon veya Troçkicilerle anlaşmanın bir neticesi olarak meşhur din ve insaniyet karşıtı Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine getirilmesine onay vermişti hükümet.

İleri derecede devrimci olan bu semavî din düşmanlarının tahribat yönüyle kısa bir zamanda neler yapabildiklerini hepimiz görüyoruz: Libya’da elli bin masumun katlinden tutunuz, Afganistan ve Pakistan’daki katliâmlara kadar.

Bush’un Bağdat’taki yalanının üzerinden 7-8 yıl geçmeden Pentagon aynı yalanı tekrar piyasaya sürdü ve dehşetli kanlı ihtilâlleri “demokrasi baharı” olarak takdim etmeye kalkıştı.

Dessas İngilizin, Araplarla aramıza Birinci Dünya Savaşı sırasında attığı ırkçılık, mezhepçilik fitnelerini temizlemeye çalışırken, şu Arap devrimleriyle yeni yeni fitneler devşirilmeyeceğinden kimse emin olmamalı.

Hükümetin dünyaya kuvvetle hükmetmeye kalkışan güç dengeleriyle ittifakının, daima mütegallibenin zaferiyle sonuçlanmayacağını söyleyegeliyoruz. Bütün ikazlara rağmen 11 Eylülcü cunta ile her sahada (istihbarat, lojistik, savunma, strateji geliştirme ve politika üretme) işbirliğine gitti. Amerika’da 11 Eylül ihtilâli sonrası normalleşme başlayınca da Türkiye’nin kayıpları artmaya başladı.

Nitekim Arap baharı olarak sunulan hadiseler sonucu Libya, Yemen, Mısır, Suriye ve Bahreyn’den sonra en mağdur ülkenin Türkiye olduğunu, ekonomi ile ilgilenenler yazdılar.

AKP dış politikada Arap devrimlerinin mahiyetini anlayamadığı gibi, buradaki muhataplarını da yanlış geçti. Baharını devirmiş, 1993’ten bu yana Irak’ı harap eden ordulara karargâhlık yapmış ve neticede yüz bin nüfusa sahip bir Körfez Emîrini Arap âlemi adına muhatap ve dost kabul edenler hakkında tarih daha çok şeyler yazacaktır.

Unutulmasın ki, mütegallibe ile gelen yine mütegallibe ile gider…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*