Cemâhir-i müttefika-i İslâmiye’nin anlamı…

Bediüzzaman, 1911’de Şam’da Emeviye Camii’nde aralarında 100’den fazla âlimin bulunduğu on bini aşkın cemaate irâd ettiği hutbede, İslâm milletlerinin, “hususan Arap taifelerinin Cemâhir-i Müttefika-i Amerika (Amerika Birleşik Devletleri) gibi en ulvî (yüksek ve geniş birlik) vaziyetine girmesini -“cemâhir-i müttefika-ı İslâmiye (İslâm cumhuriyetler birliği) oluşturmasını- Rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz” müjdesini verir. (Hutbe-i Şâmiye, 62)

Bediüzzaman’ın bu duâ ve temennisi, Birinci Dünya Harbi ve sonrasında küresel emperyal zâlim ecnebi güçlerin zulümlerle, Sevr Muahedesi gibi İslâm âlemine ihânetle İslâm devletinin (Osmanlının) nurunu söndürmek su-i kastıyla Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şartlarla dayattıkları kâfirane ve gaddarâne plânlarla dağıttıkları, onlarca parçaya (devletçiklere) bölüp parçalayarak asırlar boyu esâret altına aldıkları Müslüman ülkelerin, ortak bir üst yapı kurmalarıdır. (Kastamonu Lâhikası, 17; Şuâlar, 619)

İslâm coğrafyasında çoğunlukla hâkim unsur olarak Arapların ve Türklerin başını çektiği Müslüman milletlerin Amerika benzeri bir birlik ve pakt teşekkül etmeleridir. Zira Bediüzzaman’ın beyânıyla, “küçük tâifelerin menfaatinin, dünyevî ve uhrevî saadetleri, büyük ve muazzam tâife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlara bağlıdır.” Bundandır ki bu birlik “İslâm tâifelerinin üstadları ve imamları ve İslâmiyetin mücahidi olan Araplar”la, sonra “kudsî İslâm fedâiliği vazifesini devralan Türk milleti”nin önderliğinde olacaktır. (Hutbe-i Şâmiye, 61-2)

“İTTİHAD PROJESİ”

Yine Hutbe-i Şâmiye’de, “İnşâallah Araplar ye’si (ümitsizliği) bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip, Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir” müjdesinin mânâsı budur. (s. 51)

Keza “başta Türk ve Arap tâifeleri ve bütün Müslüman kabileleri fevkalâde büyük mânevî kahramanlık gösteriyor ki; istikbâlin hâkim-i mutlâkı âhirette olduğu gibi dünyada da İslâmiyet milliyetidir” ifâdesinin anlamı da budur. “İslâmiyet milliyetinin bayraktarı, sadefi ve kal’ası hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kudsî kalenin nöbettarıdırlar” cümlesi buna işârettir. (s. 59)

Ne var ki evvelemirde tamamen Anadolu birliğini esas alan, devamında diğer Müslüman topluluklar/ülkeler arasında birliği netice verecek Bediüzzaman’ın bu fevkalâde değerli “ittihad projesi”, tam tersine istismar edilmekte. Öteden beri bazı mihraklarca tekellüflü te’villerle aksi maksadıyla çarpıtılıp iftiraka istimal edilmekte.

Oysa “cemâhir-i müttefika-i İslâmiye”nin asıl hedefi, ecnebilerin zulümle işgal edip cetvellerle dilimleyerek zorakî taksim ettikleri irili-ufaklı İslâm memleketlerinin, tekrar temel inanç ve mânevî dinamikler üzerinde iktisadî, kültürel, askerî, siyasî işbirliğini oluşturmalarıdır. Çeşitli organizasyonlarla maddî ve mânevî yardım ve destek kanallarını açmalarıdır.

Yoksa 23 milyon kilometre kareyi bulan Osmanlı devletinin lime lime edilmesinden çıkan onca devletten biri olarak 800 bin kilometre kare kalan bu vatanın da yeniden farklılıkların tahrikiyle bölünmesi değildir. Türkiye’nin, Osmanlı bâkiyesi Müslüman komşu ülkelerin, “özgürleştirme”, “barış” ve “demokrasi” paravanında işgallerle, talânla, kargaşa-kaos, çatışma ve iç savaşla, halkların birbirine kırdırılarak parçalanması değildir. Zaten bölünmüş mevcut İslâm ülkelerin aynı birlik çatısı altında bütünleşmesidir.

Tesbit şu ki, daha önce eyâletlere bölünen ülkeler, daha sonra federasyonla istikrarlı bir ülke haline gelebiliyor. Kuzey-Güney Savaşlarıyla yıllarca çatışan Amerikan halkının Amerika Birleşik Devletlerini kurmaları; ya da dağılmış, eyâletlere taksim edilmiş Almanya’nın federatif birliğini sağlaması gibi. Ancak, birlik iken özerklikle federasyona geçen hiçbir ülke daha sonra bütünlüğünü koruyamamıştır. Sovyetler Birliği’nin ve Yugoslavya’nın dağılıp parçalara bölünmesi gibi…

İTTİHADA ZEMİN HAZIRLAMAK

Gerçek şu ki, özellikle ırkî iftirak marazıyla milletin birbirinden koparılması, “adem-i merkeziyet/özerklik”, “eyâlet/ federatif sistem” benzerî bölgesel ayırımlarla vatanın bölünüp parçalanması küresel hârici ithal plânlara âlet edilir. Peygamberî tâbirle “asâbiyet-i cahîliye”yi onüç asır ırkçılığı-kavmiyetçiliği uyandırır ve azdırır.
Bediüzzaman’ın ikazıyla, demokrasi perdesini yırtarak “adem-i merkeziyet”le “özerklik/muhtariyet”le eyâletlere, ardından “federe devletler”e, sonra da “tavâif-i mülûk”a giden ufak devletçiklerle iftirak fitnesi felâketine duçar eder.

Çözüm, topyekûn milletle beraber Kürtlerin ve bütün vatandaşların Bediüzzaman’ın önerdiği birlik ve beraberlik içinde “serbesti-i inkişâf” dediği gelişme ve kalkınmanın, hizmetlerin yerinden alındığı katılımcı demokratik hak ve hürriyetleri teminde. (Eski Said Dönemi Eserleri, 107-9)

Türklerle Kürtlerin ve aynı inancı paylaştıkları, bin sene birlikte yaşadıkları, yedi cephede omuz omuza cihad edip yanyana şehid düştükleri diğer Osmanlı bâkiyesi Müslüman milletlerle “İslâmî bir milliyet” teşkil etmelerinde. Maddî ve mânevî ittihada ulaşmalarında.

Kısacası, Türkiye’nin, bölgenin, İslâm dünyasının ve hatta bütün insanlığın barış ve geleceğinin teminatı olacak “cemâhir-i müttefika-i İslâmiye”ye zemin hazırlamakta…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*