Yalnızlaşmak!

Başkalarından yalnız kalmak, yalnızlaşmak; bir cihette tecrittir. Bu, mahpushanelerde bir mahpusu bir başka mahpusla görüştürmemek olduğu gibi, düşüncenin sığlığından dolayı başkalarından uzak durmak, kendisini tecrittir; yani, yalnızlığa mahkûm olmak demektir.

Bir kimseden yüz çevirmek, ilgi göstermemek nasıl ki, onu ademe mahkûm etmekse; kendisinden gayrı kimselerle alâkayı ertelemek, o kimseler cephesinden bakılınca, bu taraf da mahkûm olur ademe.

İnsanların toplum ilişkisi, insanlara bakış derinliği çok önemli bir durum. Böyle olunca: İnsanları sevmek için en önemli bir sebep, insanın, “insan” oluşunda saklıdır. Yani, Yunusvârî “yaratılan, Yaratan’dan ötürü” sevilir.
Sevmede sebep için konum, sınıf, sıfat farkı gözetmek; aynı kulvarda hareket eden insanların rakibâne bir tavırla birbirine bakması, kemâlâta yakışacak şey değil! Bu, zaten, kardeşlik kavramını katledecek bir tutum.
Rekabet, kurumlar arasında normaldir; kardeşler arasında ise, anormaldir! “Onlar”, ”bunlar”, “şunlar”a kimin ömrü yeter ki? Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’da: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahsınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir”1 ifadesiyle kardeşliğin, hazmetmenin, sabretmenin ölçüsünü veriyor.
Dünya fanî, hakikatler ise, bâkîdir. Asıl olan, hayırla yâd edilmek; “Baki kalan kubbede bir hoş seda” olarak iz bırakıp, gitmektir.

Ötekine de hayat hakkı tanımak, kardeşliğe katkı sağlar, herhâlde.
“Benden sonra, tufan” ya da “Her şey benden ibaret” anlayışı, ne kadar da fena huy! Bir güzel şey, bir üstün başarı, önemli bir imkân, takdir gören bir kurum bende olmayabilir; ama kardeşimde var ise, onunla iftihar etmek, muhafazası ve muvaffakiyeti için Allah’a (cc) duâ etmek fazilet örneğidir. Rabbimizin hazinesinde çok; bugün ona ihsan ettiğini yarın bana vermeyeceği ne malûm? Bana düşen: gayret, emek, bir de, ter!
Evet, elde hüner, alında ter, gözde de fer olunca manzaralar değişir; güzel şeyler oluşur.
Mevcûdâtı mevcût eden Rabbimiz, şu dünyayı taksim etmiş herkese; kıymet vermiş, kametine yaraşır.
Yetmez mi?

Olana razı olmak, olacağa rıza göstermek olgunluğun şiârı. Aksi hâlde, kramp girer mideye…
İnsanlar, bir mevkide olanlar; sadece kendi kafa fenerleriyle bakmak gibi bir lükse sahip olmasalar gerektir. Bir hamule taşıyorsa bir insan, gönlü geniş olmalı. Varların varlığından hiç rahatsız olmadan, hayata düz bakmalı.
Tecrit eden, bir gün olur, tecride maruz kalır! Çünkü:
Yalnızlaşmak ne kendine, ne de, kendi gibi olana hiç sevimli gelmiyor. Bu meâldeki hayat tarzı, içten bir birikime; içindeki dünyasında infiâle yol açar, yolları yokuş eder.
Varlar içinde yok, çoklar içinde yalnız olmamak için, yani “yalnızlaşmamak” için gönlümüzü gönüllere açalım.
“Eneler”in dizginini tutalım…

Dipnot:

1- Said Nursî, Lem’alar (y.tanzim), s. 395.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*