Zalime karşı, mazlûmdan yana

Dünyadaki tartışmalar insanlığı ciddî bir tercihe doğru sürüklüyor: Ya ‘zalim’den yana olunacak, ya da ‘mazlûm’dan yana.

Geçmiş asırlarda da insanlık belki benzen tercihlerle karşı karşıya kaldı, ama bugünkü tercihin temelleri çok daha derinlere iniyor.

11 Eylül 2001’deki ‘ikiz kule’ saldırısından sonra da insanlar bir tercihe zorlanmıştı. Fakat o günkü tercih Amerika tarafından insanlığa dayatılmıştı ve “Ya bendensin, ya da düşmanımdan” anlamına geliyordu.

Bugün ise durum çok daha farklı. İsrail’in Gazze’ye insanî yardım götüren gemileri durdurması, saldırması ve silâhsız insanları öldürmesi yeni bir ayrışmayı, yeni bir tercihi insanlığın önüne koydu. Bu tercih, “Ya bendensin, ya da düşmanımdan” şeklindeki yanlış bir dayatma değil; “Ya zalimden yanasın, ya da mazlûmdan yana” olan insaf düsturunu seslendiriyor.

“Zalime karşı olmak” hafife alınabilecek bir tavır değildir. İlk bakışta bu tavır ‘basit’ gibi görünse de hem çok önemli, hem de çok zor ve aynı zamanda ‘faturası’ olan bir tavırdır. Bununla birlikte bu tavır, insanı gerçek anlamda ‘hür’ yapar.

İnancımıza göre de zalimler her zaman kınanmış ve idareciler bu ‘tuzağa’ düşmemesi için uyarılmıştır. Meselâ, bir hadis-i şerifin meâli şu şekildedir: “Zalim sultanın karşısında hakkı söylemek, cihadın en üstünüdür.”

Bu hususta başka hadis-i şerif ve âyet-i kerimeler de vardır. Konu ile ilgili ayrıntıları ilahiyatçılarımıza havâle edip şu kadarını söyleyelim: İsrail’in yaptığı zulmün bütün dünyada kınanması, yürüyüşler tertiplenmesi ve meydanların dolması ‘insanlığın’ bu ayrışmada “zalim”den değil, “mazlûm”dan yana tavır aldığını gösteriyor. Bu çok önemli bir noktadır ve haklı tepkiler bu şekilde devam ederse zalimler boyun eğmek mecburiyetinde kalacak.

“Ben ne dersem o olur”, “Güçlüyüm, öyleyse haklıyım”, “Ya bendensin, ya da düşmanımsın” gibi modası geçmiş kabuller artık insanlık çarşısında alıcı bulmuyor. Eğer dünya insanlığını kaybetmez ve erken bir kıyamet kopmazsa, zalimler bugünlerini arayacaklar…

Büyük İslâm alimi Bediüzzaman Hazretleri de ‘istibdat’ uygulayanlara ve dolayısı ile ‘zalim’lere her fırsatta itiraz edenlerin başında gelmiştir. Bir ifadesi şu şekildedir: “Meşrû, hakikî meşrutiyetin müsemmâsına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 39-41)

İstibdatın, zulmün ve baskının; isim ve resim değiştirerek karşımıza çıkma ihtimali de vardır. Biz de Said Nursî gibi ‘istibdat’a, dolayısı ile ‘zalim’lere mânen ‘sille/tokat’ vurmak durumundayız. İnsanlığın her yerde meydanları doldurması ve zalim İsrail’e karşı mazlûm Filistinlileri desteklemesi bunun göstergesi değilse nedir?

İnsanlık uyandı ve ilân ediyor: Zalime karşı, mazlûmdan yanayız!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*