Ah efendim! Erken göçtün, bizi yetim bıraktın…

Seneler evvel, bir tiyatro eseri seyretmiştim.

Osmanlı Padişahlarından birinin anî vefatı üzerine, başlıktaki sözleri, vezir-i âzam ağlayarak söylemişti.

Evet, her devirde böyle şahsiyetler olmaktadır. Bu sözleri hatırladıkça, dâhildeki huzursuzluklara şahid oldukça, aklıma hep, elli sene evvel bugün, âhiret âlemine, aniden göçen, Nur’un kahramanı, kumandanı ve Üstadın “Ben, Ziver’imi (esas ismi bu iken, Üstad Zübeyir olarak değiştirmiş) dünyalara değişmem!” dediği Zübeyir Gündüzalp Ağabey gelir.

Risâle-i Nur cemaatine dâhil olalı, daha bir sene olmuşken rahmet-i Rahman’a uruc eden Zübeyir Ağabey ile İstanbul’da olduğundan, müşerref olamamıştım, ama sanki Ankara’da ya Yeni Asya bürosunda ya da bir başka yerde görmüş gibi hatırlıyorum. Gerçi, görüşememiş de olsak değil mi idi ki onun tabiriyle; “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz ahirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz.”

Zübeyir Ağabey, çok enteresan biriydi. Üstadında tamamen sadık, benim tabirimle de Anadolu’da çok söylenen bir sözle “hık demiş, Üstadın burnundan düşmüş, onun adeta bir gölgesi olmuş”tu. Onun salâbeti, aldatılmazlığı, kolay kolay kandırılmazlığı, “taş kafa”lığı, onu “Nur’un bir kumandanı” yapmıştı. Üstadın “bin talebe” yerine kabul ettiği kahraman bir ağabeyimizdi.

Üstad, 1950’den sonra, gazeteleri sadece ona okutur, diğer ağabeyleri, o gibi şeylere pek yanaştırmazmış. DP iktidara gelince, mahiyetini bilmesine rağmen, Celâl Bayar’a çekilen telgrafı da Zübeyir Ağabeye yazdırtıp, çektirmişti. Ve Zübeyir Ağabeye, “Ben bu telgrafı niye çektim, biliyor musun?” dediğinde, Zübeyir Ağabeyin her zamanki gibi, “Üstadım bilir” cevabından sonra, “Ben bu telgrafı çekmeseydim, İsmet (İnönü) Celâl’e; ‘Said ne sizdendir, ne bizden’ deyip, bunu aleyhimizde kullanabilirdi. Ben, ona mâni oldum” diyerek ferasetini göstermiştir.

Üstadın vefatından sonra, şaşkın hâle gelen, şaşıran hizmetkâr ve birer rükün olan talebeleri, ne yapacaklarını bilemez bir hâlde iken, hani tabir-i caizse, Peygamberimiz (asm) vefat ettiğinde, sahabelerin düştüğü şaşkınlıkta Hz. Ebubekir’in Müslümanları bir araya toplaması gibi, Zübeyir Ağabey de, Üstadın, bir-iki istisna hâriç, bütün talebelerini bir araya getirerek, bundan sonra Üstad olmadığına göre, hizmet ve mes’elelerimizi, Üstadın meslek, meşreb ve Risâle-i Nurlar’ın rehberliğinde yollarına devam edeceklerini söylemiş, ona, babası yaşındaki Tahirî Mutlu Ağabey dâhil, ağabeylerin hepsi tâbî olmuş ve hizmetler o şekilde devam etmişti.

“Risale-i Nurlar’ı matbuat lisanıyla konuşturmak zamanına” münasib hareket ederek, evvelâ, 1967’de, haftalık  “İttihad” daha sonra da, 21 Şubat 1970 tarihinde, Nurcular’ın, el’an, dünyadaki tek gazetesi olan “Yeni Asya”yı da matbuat âlemine o kazandırmıştır. Ve: “Bu gazete bizim için âdeta günlük bir lâhika mektubudur. Sadece Risale-i Nur’un imanî meselelerini okumamız, ittihadımızı yeteri kadar temin etmez. Üstadın hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı siyasiye noktasındaki meselelerinde de ittifak etmedikçe ve onları Üstada göre anlamadıkça ittihadımız, ittifakımız tam olmaz. Dolayısıyla bunu da sağlayacak gazetedir” sözleriyle de gazetenin ehemmiyetini ifade etmiştir.

Zübeyir Ağabey hayatta iken, öyle herkes ayrı bir havaya girmeye cesaret edemezdi. Sağlığında iken piyasaya çıkan, “dini siyasete âlet edenlerin” ilk partisine şiddetle karşı çıkarak, daha evvel de zikrettiğimiz, Kırkıncı Hoca ile bir muhaveresinde söyledikleri mühimdir. Zübeyir Ağabey, Kırkıncı Hoca ile aralarında geçen muhaverede, (Kırkıncı Hocanın hatıralarında bu hatıra hâlen var) ona şöyle söylüyordu: “…Allah korusun bu yeni parti, din namına kurulduğu için Müslümanları birbirine düşürür ve hizmetimize zarar verir. Bu yeni partinin büyük bir fitneye vesile olacağından korkuyorum. İnsanlar zahire bakarlar ve siyasetin cazibesine kapılırlar. Bazı dostlarımızın bu kudsî hizmeti bırakıp siyasete gireceğinden endişe ediyorum.”

Zübeyir Ağabeyin o sözlerine dikkat etmek lâzım. Bugün o fitne, değil Müslümanları birbirine düşürmeyi Nur kardeşleri, Nur cemaatlerini de birbirine düşürdüğü gibi, son senelerde maalesef bazı evlere kadar girip, karı-kocayı da birbirine düşürmüştür.

Evet, sağlığında, kimse cemaatî bir iftiraka teşebbüs edemezken, vefatından sonra maalesef, bizlerin de şahid olduğu iftirak hareketleri başlayıp, Nur Cemaatleri, tam da, şer güçlerin istediği hâle gelmiştir. İşte ondan dolayı, biz de tam hizmet edecek yaşta âniden aramızdan ayrılan Zübeyir Ağabeye “Ah efendim! Erken göçtün, bizi yetim bıraktın…” desek haksız sayılmayız her hâlde.

Vefatının, ellinci senesine tevafuk eden bugünde, Allah, Zübeyir Ağabeyimize rahmet eylesin. Makamı, mekânı Cennet olsun inşâallah!.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*