Bediüzzaman’ın Cumhuriyet tarifi

İzzetli-hürmetli bir insan için en ağır hâllerden biri de, maksadının zıddıyla itham edilmektir.

İşte, vefatının 63. yılında rahmet andağımız Bediüzzaman Said Nursî de, hayatının hemen her safhasında böylesi ithamara mâruz kalmış mübarek bir şahsiyettir. Özellikle de Cumhuriyet hakkındaki fikir ve kanatleri itibariyle…

İşte, kendisini mahkemeye sevk eden insafsız savcılara hitaben kullantığı ifadeler: “Ey müdde-i umûmi ve mahkeme azaları! Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni ittiham ediyorsunuz.

Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız; ben biliyorum ki, laik manası bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükûmet telakki ederim.” (T.H. Isparta Hayatı)

Üstad Bediüzzaman’ın adeta Cumhuriyet düşmanı olarak görenler, hemen her mahkemede şu manada sorgulama yapmaktan geri durmadılar: Cumhuriyet hakkında ne diyorsun, fikrin nedir?

Şüphesiz, bu mühim bir mesele; ve lâkin, aradan yüz yıl geçtikten sonra düğümün açılması ve meselenin artık bir vüzûha kavuşması lazım. Öyle değil mi?

Cumhuriyet Türkiye’si, bu yıl itibariyle yüzüncü yaşına girmiş bulunuyor. Ayrıca, Üstad Bediüzzaman, yüz yıl önce tam da bugünlerde Ankara’da bulunuyordu.

Kendisi, Cumhuriyeti resmî olarak kuranların bu kararından çok daha önceleri “mânâ-yı dindar Cumhuriyetçi” idi. Hatta, bunu tâ 1920’den evvel neşredilmiş olan ilk Tarihçe-i Hayatı’nda açıkça beyan ediyor. Ama, buna rağmen, onu tanımayan, onun bu meseledeki fikrini bilmeyen gafiller, 1935’teki Eskişehir Mahkemesinde adeta itham edercesine sordular ki:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim:

Eskişehir Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder.

İşin garip tarafı, aynı mesele 1943’teki Denizli Mahkemesinde de gündeme gelir. İşte, onun o mahkemedeki şânlı müdafaasından bir bölüm:

I-İslâmiyet ve hakîkat-i Kur’ân’a karşı mürtedâne mücâdele eden dessas zındıklar,

II- Sizi (bürokrasiyi) iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle vatana ve millete zararlı bir sûrette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar,

İstibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfi-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal (meşgul), hem bizi perişan ederek, hakimiyet-i Islamiyeye, millete ve vatana ecnebî hesabına darbe vuruyorlar.

Evet, rejimin adı Cumhuriyet, lâkin, tâ 1950’lere kadar tatbikat bambaşka bir sûrette olmuş. Demek ki, rejimin adını güzel koymakla, yapılan her şey hoş ve güzel olmayabiliyor.

Nitekim, dünyanın birçok ülkesindeki Cumhuriyet rejiminin uygulaması farklı farklı olabiliyor. Misâl: Türkiye’de başka, Pakistan’da başka, İran’da başka, Irak’ta başka, Mısır’da başka, Libya’da başka, Almanya’da, başka, Rusya’da-Çin’de başka, Güney Afrika’da (İgz.) başka, Fildişi Sahilinde (Frz.) başka türlü tatbik ediliyor.

İdeal manadaki Cumhuriyet, en güzel şekliyle Saadet Asrında tatbik edilmiş. Zamanla değişip başkalaşmış. 1923-50 arasında isimden ve resimden ibaret kalan tatbikatı, ne yazık ki bizde “mutlak istibdat” şeklinde olmuş.

Üstad Bediüzzaman’ın, yine Cumhuriyet’in manası ve tatbikatına dair bir ifadesiyle nokta koyalım:

“Mâdem, Cumhuriyet prensipleri ‘hürriyet-i vicdan’ kanunuyla dinsizlere ilişmiyor; elbette, mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübâreze etmeyen ve âhiretine ve îmânına ve vatanına dahi nâfi’ bir tarzda çalışan dindarlara da ilişmemek gerektir ve elzemdir.” (T.H. Afyon Hayatı)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*