Bu meselenin başta usulünü belirleyip sonra da aslına geçelim ki bu tılsım-ı müşkülküşâ anlaşılsın.
1. Bu Mehdî meselesi ayet-i kerimelerde bizzat isim ve sarahaten olmasa da ima ve işareten geçmektedir. Mesela Kasas Suresi 5-6. ayetler ile Risale-i Nur’a işaret ve beşaret eden 33 ayet bu zâviyeden müzakere edilebilir. İcap ederse onlara girebilirim fakat bu makalenin boyutlarını çok aşar.
2. Bu mesele; edille-i şer’iyenin ikincisi olan Hadis-i Şeriflerde sarahaten yer aldığı için Kur’an-ı Kerim’de de mündemiçtir ve ayrıca Cenab-ı Hak “Rasulullah size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.” (Haşr Suresi: 7) buyuruyor. Onun için bu husus, itikaden vücubiyet arz eder.
3. Bu mesele aynı zamanda kıyamet alâmetlerinden olduğu için müteşabihattandır, tefsirden ziyade te’vili gerekir.
4. Te’vil ise ancak Cenab-ı Allah’ın (cc), ilimde “râsih” olanlara bir ihsanı olduğu için normal alimlerin boyutunu aşar. İşte onun için ehil olmadan bu müteşabihatı tefsire kalkanlar ya ifrat veya tefrit ettiklerinden meseleyi çıkmaza sokmuşlardır. Tabiri caiz ise “bir deli kuyuya taş atar, elli akıllı çıkaramaz” misali olmuş, bundan da mülhidler istifade etmiştir. Herkesin haddini bilmesi gerekir.
5. Bir de Mehdilik, şarta muallak olduğu için herkesin hadisâtı, nefsü’l-emre göre idrak etme ve anlama kabiliyeti yoktur. Yani bu bir nevi dört işleme bedel cebir problemi gibi girift olup birçok bilinmeyeni vardır. Onun için herkes anlayamaz! Anlayamayanlar bu meselede teemmül ederek, vakt-i merhununu beklesin, sahih hadisleri inkâr etme bahtsızlığına düşerek kendini küfre atmasın. Bizden uyarması!
Bir de araya tarafgirlikler, haset, fesat ve kinler girdiğinden sahih, doğru ve zarurî bir mesele olduğu halde bu zikrettiğim sebeplerle perdelenmiş, teferruat ve tâli zannedilmiş. Halbuki âhirzamanın istikametini tayin için çok mühim bir imtihan meselesidir.
Öncelikle şunu belirteyim ki, genel kaide olarak Kur’ân-ı Kerim’de olmayan bir şeyin Efendimiz (asm) tarafından ortaya atılmasının imkân ve ihtimali yoktur. Zira ayet-i kerimede “O kendi heva ve hevesinden hiçbir şey konuşmaz, onun söylediği ancak Allah’ın (cc) vahyidir” buyurulmaktadır.(Necm Suresi: 3-4)
Böylesine açık ifadelere rağmen Mehdîlik meselesinin Kur’ân-ı Kerim’de geçmediği iddiası; tamamen afakî, mes’uliyeti mucip bir nasipsizlik ve hezeyandır. Yaş ve kuru her şey Kur’ân-ı Kerim’de olacak, ümmet-i Muhammed’in (asm) -sahih hadislerde geçtiği için- asırlarca üzerinde yoğun olarak durduğu bu hayatî mesele olmayacak, öyle mi? Şairin biri “Yuh olsun onların ham ervahına!” demişti. Bu aymazlık bana onu hatırlattı.
İşin bir başka veçhesi de; Kur’ân-ı Kerim’in mana dereceleri var olup, bazısına lafzen, bazısına manen, zahiren, bâtınen, imaen ve işareten bakıyor olması gibi meselenin teferruatı vardır. Mesela İmam-ı Azam Hazretleri -hem de gramer kaidelerine uyarak- bir ayet-i kerimeye 600 mana vermiştir. Şimdi -hem de maksatlı ‘tercüme’lerle- bire indirilen bu mana fukaralığı veya sığlığı, elbette birçok akılları daraltıp idrakleri sığlaştırmış, tefekkür melekesini dumura uğratmıştır… Yani bir ‘tercüme’ ile -ki Kur’an’ın hakikî tercümesi mümkün değildir- Kur’ân-ı Kerim’de yaş ve kuru her şeyin olduğu nasıl ispat edilecektir? Üstelik ilmî ve fikrî meselelerin tercümesi değil, tefsiri yapılır.
“Kur’ân-ı Kerim’de Mehdi yoktur” iddeasını o muhit kitaba isnat edenlerin Allah katındaki mes’uliyetleri çok büyüktür ve Hz. Ali (ra) onları “ulemaüssu” (fena alimler) olarak niteler ve maazallah onları mes’uliyetinden dolayı “Sema ve arz arasındaki en fena kişiler olarak” tokatlıyor. Bunlar bir nevi “Firavunun Bel’amı” misalidir. Bel’am, Firavuna dalkavukluk yapıp meşruiyet kazandırayım derken ondan daha alçak duruma düşmüştür. İşte böyle bedbaht hocalar da az değildir. Cengiz’in Cafer hocası, bir zamanların börekçi ve çörekçileri gibi. Mehdiye karşı çıkanlarda da bu illetleri görüyorum, dikkat!
Hem bu, küfre ve Deccalizme verilen en büyük bir pirimdir. Ve akla, münafıklık dahil her hileyi getirir ve dolayısıyla Deccalla ilgili ayet ve hadisleri de inkâr anlamına gelir ki, hiçbir mantıkla Deccal, Mehdi ve Mesih meselesi birbirinden ayırılamaz. Çünkü bunların üçü de aynı zamanda olacak.
Bir meseleyi Efendimizin (asm) ayet-i kerimeye rağmen söylemesi mümkün olmadığına göre bu aynı zamanda Efendimize (asm) en büyük iftira olur. O halde bu münkirlerin hâl-i pürmelâli malum değil mi?
Evet, hâliyle bu Mehdîlik meselesi diğer edille-i şer’iyeler olan “icma-i ümmet” ve “kıyas-ı fukaha”da da ittifakla kabul edilmiştir. Mesela başta dört hak mezhebin imamları olmak üzere hiçbir müçtehid bunu inkâr edip karşı çıkamamış.
Hâsılı; Mehdîye uymak öyle kolay bir olay değildir. Zira Mehdî öyle merasim ve elinde buket buket güllerle karşılanıp hoşamedi edilip baş köşeye oturtulacak biri değil, bilakis hem hilafet hem de süfyaniyet dönemlerinde envaı zulme maruz kalacak bir metanet ve sabır kahramanıdır.
Hz. Musa ve Hızır (as) misali, Mehdîyi herkes anlayamayacak fakat dermansız dert olmadığına göre Risale-i Nur eserleri Mehdîyi anlamak için birer kılavuzdur vesselam.
Benzer konuda makaleler:
- Rasihun nedir?
- Mezarını Kazan Korsan: İSRAİL
- Hz. Âdem’in (as) tevbesi
- Bediüzzaman’ı okusak sorun kalmayacak!
- Bildiğini bilmek
- Kilisede Kur’an-ı Kerim okundu
- Risale-i Nur, mânânın manevî âlemi
- Danimarka Kuran´ı öğreniyor
- Dünya barışının teminatı: Kur’an medeniyeti
- Cinsiyetine münafi olan ünuset
İlk yorum yapan olun