Hacı Bayram ve bir buçuk müridi

Bayramiye tarîkatı, asıl ismi Numan olan Hacı Bayram-ı Velî’nin Ankara’da kendi adına kurmuş olduğu tarîkattır.

1352–1436 yılları arasında yaşamış olan Numan Efendi Hazretleri, eski ismi Engürü olan Ankara’nın Zülfazl Köyünde (sonradan ismi “Solfasol” şeklinde değiştirildi) doğdu.

Doğduğu muhitte iyi bir tahsil gördü. Birçok ilim dalında kendini yetiştirdi. Tahsilini tamamladıktan sonra da, yine aynı muhitte müderrisliğe başladı.

Böylesine yüksek bir kabiliyet ve meziyet sahibi olduğundan haberdar olan “Somuncu Baba” lâkaplı Ebu Hamidüddin Hazretleri, onu Kayseri’ye dâvet eder.

Genç müderris Numan, bu dâvete icabet ederek Kayseri’ye gider ve Halvetiye tarîkatının mürşidi olan Somuncu Babaya mürit ve talebe olur. Hocasıyla görüşmesi Kurban Bayramına rastlaması hasebiyle de, kendisine Bayram ismi verilir.

Mürşidi Somuncu Babadan zahirî ve batınî dersler alan Numan Bayram, 1400’lü yılların başında hocasıyla birlikte Şam, Mekke ve Medine’yi içine alan yaklaşık üç yıllık bir hac seyahatinde bulunur. Bu tarihten sonra, ismi Hacı Bayram olur. Mânevî sahada terakki etmesi sebebiyle de, halk arasında “Hacı Bayram–ı Velî” ismiyle anılmaya başlar.

Somuncu Babanın 1412’de Aksaray’da vefat etmesi üzerine, Hacı Bayram–ı Velî de Ankara’ya gelir ve kendi adına kurmuş olduğu Bayramiye tarîkatının başına geçer.

Hem tarîkat şeyhi olan, hem de müderrislik yapan Hacı Bayram’ın mürit ve talebeleri hızla çoğalmaya başlar. Kısa sürede sayıları binlere bâliğ olur. Bu da, haliyle birtakım rahatsızlıklara sebebiyet verir. Sımavna Kadısı Şeyh Bedreddin (1360–1416) gailesinin acıları henüz çok tazedir. Acaba, bu da Şeyh Bedreddin gibi devlete isyan edecek bir kuvvete erişmek mi istiyor gibi, korku ve tereddüt dolu istifhamlar, hükümet merkezine kadar ulaştı.

Ankara, o tarihte Edirne’ye bağlıdır. Yani, Saltanat merkezi henüz Edirne’dir. Osmanlı tahtında Sultan Fatih’in babası Sultan II. Murad Han var.

Faaliyetinin siyasî olduğu zannedilen Hacı Bayram hakkında şikâyetlere karışan korku dalgası, nihayet Padişahın kulağına kadar geldi.

Sultan Murad, bu meselenin tahkik olunması, endişelerin izale edilmesi gerektiğini söyleyerek, bir ferman hazırlattı. Hacı Bayram’ın derhal Edirne’ye gelip kendisiyle görüşmesini emreden bu ferman, hâlden anlayan iki çavuş nezaretinde Ankara’ya doğru yola çıkarıldı.

Olup bitenleri keşfen gören ve kendisini Edirne’ye celp eden padişah fermanının yolda olduğunu hisseden Hacı Bayram, hiç zaman kaybetmez ve kendisi de Edirne’ye doğru yola çıkar. Nihayet, çavuşlarla yolda karşılaşır ve birlikte Edirne’ye dönerler.

Edirne’ye gelen Sultan II. Murad Han ile görüşen Hacı Bayram-ı Velî, huzurda çok büyük hürmet ve itibar görür. Kimse ona karşı hürmette kusur etmez. Yapılan konuşmalardan sonra, Hacı Bayram’ın yanlış anlaşıldığı ve Şeyh Bedreddin gibi bir şahsiyet olmadığı kanaatine varılır. Yani, ona sûizan edilmiş ve gereksiz evhama kapılanlar olmuştur.

Endişeleri izale olan Sultan Murad, önce Hacı Bayram’ın Edirne’de kalmasını arzu eder. Bu kabul edilmeyince de, hükûmetten bir isteğinin olup olmadığı sorulur. Hacı Bayram şu talepte bulunur: “Mürid ve talebelerimin vergiden ve askerlikten muaf tutulmasını arzu ederim.”

Bu arzu aynen yerine getirilir. Hacı Bayram, Ankara’ya döner. Bu kez, eskisinden çok daha fazla alâkaya mazhar olur. Zira, hem devlet katında ibra olup meşrûiyet kazanmış, hem de ona mürit olana büyük bir muafiyet bahşedilmiştir.

Hükümet tarafından sağlanan bu maddî ve mânevî muafiyet sayesinde, Bayramiye Tarîkatı, çığ gibi büyümeye başlar. Hacı Bayram’ın dergâhı talebe ve müridlerle dolup taşar.

Bu arada, sırf askerlikten yırtmak ve vergiden muafiyet kazanmak için de gelip mürit olan açıkgöz bazı kimselerin olduğu kuvvetle muhtemeldir.

Haliyle, bu durum hükümetin hoşuna gitmez. Nice zamandır, Engürü (Ankara) eyaletinden asker gelmez, vergiler alınmaz olmuştur. Müritlerin bu derece çoğalması, hükümetin bir kez daha endişelenmesine sebebiyet verir. Bu meyanda gelen şikâyetlerin de haddi hesabı yoktur.

Sultan Murat Han, Hacı Bayram Hazretlerine hitaben bir ferman daha yazıp göndermeye mecbur olur. Der ki: “Vergiden ve askerlikten muaf olacak kaç müridin var ise, adedini tebliğ buyurasız ki, beyânın aynen kabulümdür.”

Bu fermanı götüren hükümet adamları, nihayet Ankara’ya ulaşır ve Hacı Bayram’ın huzuruna çıkıp nezâket içinde durumu arz ederler. Hacı Bayram ise, onlara şunu söyler: “Hükümetin endişesine hiç mahal yoktur. Hakikî müritlerimin adedi fazla değildir. Yekûnu bir, yahut bir buçuktur. Dilerseniz bir imhitan yapalım, hakikat ortaya çıksın.”

İmtihan yeri, Zülfazl (Solfasol) Köyünün Kanlıgöl mevkiidir. Hacı Bayram-ı Velî, her tarafa haber salarak binlerce müridinin bu mevkide toplanmasını ister.

Hikâyenin gerisini—tarihî kaynaklarda da aynen ifadesini bulduğu şekliyle—Risâle–i Nur’dan aktaralım:

“O zat (Hacı Bayram), bir yerde çadır kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattı. O da emretti: ‘Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennete gidecek.’

“Çadıra birer birer çağırdı. Gizli bir koyun kesti. Güya has bir müridini kesti, Cennete gönderdi! O kanı gören binler müridler, daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar. Yalnız bir adam dedi: ‘Başım feda olsun.’ Yanına gitti. Sonra bir kadın dahi gitti; başkalar dağıldılar.

“O zat, hükûmet adamlarına dedi: ‘İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz.’

Yaptığı imtihanın neticesini hükümet temsilcilerine hatırlatan Hacı Bayram, orada şunu söyler: “Şu bir buçuk müridimin dışında kalan herkesin, devlete olan borcunu ödemesi elzemdir.”

Hükümetin maliyecileri, orada bulunan binlerce müridin ismini teker teker kayda geçirerek, onları borçlular listesine bir güzel dahil ederler.

Bu tarihî vak’ayı bir misâl olarak zikreden Bediüzzaman Said Nursî, “kıssadan hisse” kabilinden talebelerine şu hakikatli dersi verir:

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Eski zamanda bir şeyhin müridleri pek çok olmasından, o memleketin hükûmeti siyasetçe telâş edip onun cemaatini dağıtmak istemiş. O zât, hükümete demiş: “Benim yalnız bir buçuk müridim var, başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz.”

(…)

Cenâb-ı Hakk’a yüz binler şükürler olsun ki, Risâle-i Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şakirtlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak, Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle, o zâyi olan bir buçuk adam yerine on bin ilâve oldu. İnşaallah, bu imtihanda dahi hem şark, hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek. (Şuâlar; 13. Şua: 283)

Son olarak, Hacı Bayram-ı Velî’nin asırlardır söylenegelen çokça meşhûr olmuş bir güftesini iktibas edelim:

Bayrâmım imdi…

N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm

Derd û gâm ile doldu bu gönlüm

Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm

Yanmada dermân buldu bu gönlüm

Yan ey gönül yan, yan ey gönül yan

Yanmada oldu derdine dermân

Pervâne gibi, pervâne gibi

Şem’ine aşkın yandı bu gönlüm

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*