Hayatımızın baharıdır duâlarımız

“Herhangi bir insan, bir sabah herhangi bir çiçek kadar şaşırtabildiğinde dünyayı… Her şey değişecek!”  Gökhan Özcan

Allah’ım, söylenecek her sözü bildiğin için, söylemekte güçlük çekiyorum. Ancak duâ etmeyi seviyorum. Seninle konuşmayı, hâlimi Sana arz etmeyi ve sadece Senin bilmeni istediğim nice nice dertlerimi, bir tek Sana açmayı ve Seninle paylaşmayı seviyorum.

Kalben ve vicdanen biliyorum ki, beni duyuyorsun. Her halime muttalîsin. Beni işiten, sadece Sensin. Bunu bildiğim için, her defasında kalbim rahatlıyor. Ruhumu ve kalbimi kat kat kuşatan karanlıklar, bir bir açılıyor. Duâyı bir nimet, duâyı bir ibadet biliyorum. Hiçbir derdim, tasam olmasa da, Seninle konuşmak, sonsuz huzur veriyor bana. Hele de Nurların diliyle, Kur’ân’ın ifadeleriyle…

Sonsuza kadar Elhamdülillah…

Hayatımın bana ait olmadığını, ancak Senin bana emanetin olduğunu bildiğim günden beri, bir başkayım. Bu büyük nimeti ne yapacağımı, nasıl kullanacağımı yeniden öğrenmek azmindeyim. Bu yaşa kadar, bu konudaki eksiklerimi düşündükçe, maziye doğru nazar ettikçe üzülüyorum, boşa geçen günlerim için hayıflanıyorum.
Ümidim, rahmetindir. Elim boş dönmedi katından. Kalbim Seninle ne zaman irtibata geçse, Seni ansa, Seni zikretse dilim, Seni andıkça büyür hayalim. İçim arınır kirlerden. Akla hayale gelmedik nice yanlış düşüncelerden arınır temizlenir. Bir şehrin sokaklarının mübarek Nisan yağmurlarıyla, ılık bir günün habercisi gibi, silinip süpürülmesi gibi tertemiz olur içim.

Biliyorum, ifade etmek, hele hele böyle anlarda konuşmak hiç kolay değil… Biliyorsun söylemek istediğimi, kalbimden, aklımdan geçeni de biliyorsun, geçmeyeni de…
Ben gibi nice aciz, nice bîçare ve rahmetine muhtaç nice insanlar var. Her birinin ayrı ayrı ve tek tek ihtiyaçlarını gideren, gören, neye muhtaç ise onları bilen ve veren Sensin Rabbim. Ne olur beni ve ben gibi bîçareleri de Sensiz bırakma. Rahmetinden ümidini kesik bir vaziyette uzaklarda tutma.
O kadar çok ki dünya işinin ve lezzetlerinin cazibesi, sayısı, çekim alanı çok fazla.
Annesinin elinden tutmuş bir çocuk, nasıl birden koparsa o tuttuğu elden, kalabalıkta, nasıl adım adım kaybolursa gözlerden, “Anneee!” diyen sesi nasıl gitgide azalırsa, arayan ve aranan birbirlerini nasıl feryat figân ararlarsa, ben de öyle arıyorum, ben de öyle oluyorum bu kalabalıklar ve kesret dünyasında. Rahmetinden, o sonsuz şefkatinden ve merhametinden uzakta kaldığımda, kalabalıklarda kaybolan o çocuk gibi oluyorum. Rahmetine sığınmak için bir yer arıyorum.

Sonra bir camiye girdiğimde, aradığımı bulmuş gibi oluyorum. Kaybedenler, aradığını Senin adının anıldığı yerde bulurlar. Ezan-ı Muhammedî ulaştırıyor rahmetini gönlümüze. Atlastan halılar seriyor ruhumuza. Bir ışık düşüyor içimize ve yürüyoruz, koşuyoruz sevinerek, kaybettiğimizi tekrar bulmak için, rahmetinin çeşmesinde yüzümüzü, gönlümüzü ak etmek, pak etmek için.

Ne büyük bir mutluluk olduğunu o vakit anlıyoruz. Huzuruna durduğumuzda, kıyamda, rükûda, secdede olduğumuzda anlıyoruz. Selâm verirken bir hüzün kaplıyor içimizi bitiyor diye huzurunda duruşumuz. Meleklerine selâm, selâmın sahibine selâm, sağa, sola selâm… Ardından salât-u selâm… Habib-i Ekrem’e (asm) salât-u selâm…
Girdiği gibi çıkmıyor namazdan insan, çıkamıyor. Bomboş girerken, dopdolu çıkıyor o mekânlardan. Yüzü gülerekten çıkıyor. Yenileniyoruz ve yeniden ümitleniyoruz. O güzel mekânlarda huzuruna durmanın ebedî bir hazzını yaşıyoruz.
Önündeki taneye ihtiyatla yaklaşan güvercin ürkekliğiyle, rızkı görmek yetmiyor. Temkinle, o nimete karşı bir şükür cevabı taşıyan bir zikir sesiyle, kendine mahsus bir tesbihle nasıl yaklaşıyorsa o taneye, biz de öyle giriyoruz o güzel mekânlara.

“Lâyık mıyız?” diye düşündüğümüz oluyor çok defa. Çekingen adımlarla… Hatta bazen bir vesvese de kaplamıyor değil içimizi. O zaman o mübarek mekânlardan uzaklarda da kalabiliyoruz.
Oysa rahmetin güneş gibi. İçine almadığı, kucaklamadığı hiçbir şey yok. Dâvetin yetişiyor imdadımıza.
İçimizden bir ses, bize ait olmayan o şeytanî ses, yanı başımızda kuruyor tuzaklarını. Seriyor önümüze dünyanın en sefil oyuncaklarını, seriyor. Engelleri bir bir aşarak geliyoruz. Gösterdiğin hedefe doğru koşmak, hele de bu seken bacakla, bu ağır yürüyen ayaklarla rahmetinin kucağına atılmak kolay olmuyor Rabbim. Kuşatılmışız içten ve dıştan tuzaklarla. Kolay olmuyor Rabbim. Şükür ki, rahmetin yar oluyor, yolumuzu aydınlatıyor.
Sen kulundan, kullarından ve yarattıklarından vazgeçmeyensin. Hiçbir an, hiçbir zaman onları ihmal etmeyensin. Biz ki, gaflete düşüyoruz, unutuyoruz işte… Unutuyoruz nasıl sonsuz bir rahmetle kuşatıldığımızı, bu dünyada kime ait olduğumuzu, hayatımızın Senden bize nasıl bir armağan olduğunu unutuyoruz.
Kabre girmeden uyanmayı, bu uyanışın yeniden bir aldanışa dönüşmemesi için ebedî bir uyanışın eşiğinde olmayı lütfeyle bize. Kapa, ne olur kapa! Geriye doğru dönüşün bütün yollarını kapa. Kapat ki yâ Rabbi, dönmeyelim, ışığından mahrum kalıp da sönmeyelim. Hayatın, Senin verdiğin, bağışladığın, armağan ettiğin bu emanetin Nurların rehberliğinde nasıl kullanıldığını bilmeden ölmeyelim. Burada üç kuruşluk dünyalık kazanıp da ebedî hayatını mahvetmiş olarak huzuruna gelmeyelim. Ne olur yardım eyle, affeyle ve merhamet eyle.
Huzuruna varmaya mani olan ne varsa, kaldır aramızdaki perdeleri yâ Rab! Bir kuş gibi hafiflesin içimiz.
Ümidimiz, tesellimiz, rahmeten li’l-âlemîndir. Şefîimiz, önderimiz, sevgili Peygamberimizdir (asm).
Bu yaralı asırda değil de, o saadet asrında yaşasaydım, ayrılmazdı hiç yanımdan, ayrılmazdı hiç başımdan. Tutar şefkatli elleriyle, okşardı başımı.
Bilirim, rahmetin onunladır. O’nu (asm) âlemlere rahmet olarak gönderen Sensin, bilirim.
Sevgili Peygamberimizi de (asm) tam olarak anlamış değilim ya… Bir insan modelinin ötesine çıkarıp taşıyamadığımızdan, bunda da yanılma payımız çok fazla. Ne yaparsak yapalım, son noktada kaçamayacağımız, son bir kucaklama ümidinin her daim olduğunu bir türlü hesaba katmıyor, katamıyor nefsimiz. Kaçtı mı, uzaklaştı mı, tam kaçmak, tamamen uzaklaşmak istiyor. Oysa rahmetine tutunacak bir dalımız, bir ümidimiz her daim olmalıdır. Öyle değil mi Rabbim?
Rahmetin hiç eksilmiyor üstümüzden. Biz, bize verdiğin nimetlerin şükrünü yerine getiremiyoruz maalesef. Hesabımız hep açık. Bir türlü ödeyemiyoruz.
Borçlarımız, borç yükümüz çok fazla.
Şükür ki rahmetin, borcumuzdan daha fazla.
Yeter ki Sana borçlu olalım, kullarına değil, başkasına değil.
Affedersin değil mi? Bir kalemde Sana ait olan borçların hepsini silersin Rabbim, değil mi?
İçimizden bir ses “Ne cesaret, ne cüret bu sözler!” dese de, Allah’ım affet! Bu günahkâr kulunu affet. Rahmeti sonsuz olana affetmek yaraşır. Senden onu bekleyene, Senden onu isteyene, beklediğini vermemezlik yapmazsın, onun elini boş çevirmezsin. Kapında bekleyen, huzurunda inleyen, sadece Senden isteyen ve bekleyenleri yüz geri etmezsin. “Hazinem aczimdir” diyenleri boş çevirmezsin. Sermayesi bitmiş, hayatı boş işler peşinde tükenmiş, gerçek müflis vaziyette bir kulun olarak Senden ne istediğimizi Sen bizden çok daha iyi bilirsin.
İsteyene de verirsin, istemeyene de. Ama isteyene, istediğini yana yana isteyene, ihtiyacı olduğu için Senden dileyene, şüphesiz Sen çok daha fazlasını verirsin. Kalbimiz ve ellerimiz hiç boş dönmedi kapından.
Hayatımızın baharıdır duâlarımız. Hiç boş dönmedik kapından.
Seninle konuşmaya bayılıyorum Rabbim. Bitiyorum. Doğrusu bu ya, konuştuklarımın açığa çıkmasını da pek istemiyorum, aramızda kalsın istiyorum. Ancak bir ümidim var, bir düşüncem var. Aynı durumda nice kardeşlerim var. Konuşsunlar, tükendikleri noktada, derdini sadece Sana açsınlar, Seninle paylaşsınlar istiyorum. Aracısız ve perdesiz Seninle konuşsunlar. Rahmetinin, rahmet meleklerinin ve rahmet Peygamberinin (asm) sonsuz iyiliklerini hatırlayıp, üzerlerindeki hakkını gözetip o nuranî yoldan salâvatlarla, duâlarla yöneliversinler kapına, varıversinler huzuruna.
Hayatımızın baharıdır duâlarımız. Duâlarımızın çiçekleridir salâvatlarımız.
Bilirim, bir tek şeyi bilirim: Gönülden isteyeni boş çevirmezsin, hayır demezsin. Senin “hayır” demen bile “evet” olur bizim için. Bilirim, Sen bizi bizden daha fazla düşünürsün, daha fazla gözetirsin. Ne hayırlıysa bize onu verirsin.
İstemeden, hiç de lâyık bile olmadığımız halde hayatı veren Sensin. Bu hayatı, bu güzel hayatı verip de isteyene ebedî bir hayatı vermez misin Rabbim? Cennetini, cemalini lütfetmez misin?
Kitabına, Kur’ân’a halimizi arz ettiğimizde, şüphesiz üzüntü kaplıyor içimizi. Yine sınıfta kalıyoruz. Her gün sınav oluyoruz, her gün kaybediyoruz.
Elimiz, gözümüz, kalbimiz çok yaralı ve dahi ibadetlerimiz çok kusurlu yâ Rab, çok… Yüzümüz yok bir şey istemeye, ama rahmetinin o sonsuz genişliğinden ümidimiz var. Var işte… Ne yapalım? Kapından ayrılmayan bir dilenciyiz. Versen de, vermesen de, istemeye devam edeceğiz. Rahmetinin, sonsuz rahmetinin eşiğinden ayrılmayacağız.
“Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn”. Mademki kendini böyle tanıtıyorsun, affedici, Sensin; hamde şükre lâyık olan Sensin; her bir nimetin sahibi ve maliki Sensin. Bildik Rabbim. Gaflet ettik ise, günahlara daldık ise, sonunda özür dilemeye geldik. Rahmetinden payımıza düşen ne ise, affeyle, lütfeyle Rabbim.
Doldur içimize Senliği, gider bizden benliği. Mis gibi kokuların geldiği bir gül bahçesine döndür içimizi. Yıka, ne olur yıka yâ Rabbi! Nisan yağmurlarının o bereketli damlalarıyla. Ravza’nın en güzel gülünün kokusuyla yıka. Kokularla yıka, güller gibi kokan kokularla… Gülle düşüp kalkana, gül gibi kokmak yakışır. Güller koksun, güller sarsın, gül olalım yâ Rabbi! Güller gibi olalım. Günahların kokusundan arınsın, temizlensin, yıkansın içimiz. Ne varsa emanetine dair üstümüzde, temizlensin bir bir yâ Rabbi! Bir bahar temizliği olsun. Rahmetinin yağmurlarıyla yıkansın içimiz.
Son sözümüz, Mesnevî-i Nuriye’den bir duâ olsun:
“Acz, nidânın mâdenidir. İhtiyaç duânın menbaıdır.
Feyâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetim, hâcetimdir. Sana yaptığım duâlarda iddetim fâkatimdir. Vesilem, fıkdan-ı hile ve fakrımdır. Hazinem aczimdir. Re’sü’l-malım, emellerimdir. Şefîim, Habîbin aleyhissalâtü vesselâm ve rahmetindir. Affeyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle, yâ Allah, yâ Rahmân, yâ Rahîm! Âmin.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 91)
Duâyı bir ibadet biliyorum. Duâmı ve ibadetlerimi kabul etmeni diliyorum. Baharı, duâlarda yaşamak istiyorum.
Lütfeyle… Kabul eyle… Affeyle…

***

Bu mevsim baharı dolu dolu yaşayamasak da, “Bahar bir türlü gelmedi” desek de, hayatımızın hiç bitmeyen baharı olan duâlar bize göz kırpıyor.
Bahar kapımızda bekliyor. Hâlâ açmayacak mıyız?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*