Kan ve dolaşım sistemindeki hikmetler

KAN VE DOLAŞIM SİSTEMİNDEN İBRETLER  ALINMALI VE DERSLER ÇIKARILMALIDIR

Kalp, bedenin motoru, kanın mâdeni ve havuzu hükmünde olup, başta akciğer, mide ve bağırsaklar olmak üzere, bütün organlar ona bağlanmıştır. Hayatın devamı için kan dolaşımı üzerinden, bütün vücuda imdat ve yardım gönderilmektedir.

Kan dolaşımı; devamlı olarak besleyici maddelerin, proteinlerin, oksijenin hücrelere iletilmesi, taşınması ve vücut’ta hasıl olan kirlerinden tasfiyesi ve temizlenmesi faaliyetidir.

Peki kanın yapımı ve terkibi nasıl oluşmaktadır? Ona kısaca bakacak olursak; kan, %50-60 plazma denilen sıvıdan ve %40-50 si ise hücrelerden oluşur. Plazmanın büyük kısmı sudur. Bu su içinde besin maddeleri, proteinler ve diğer yaşam için gerekli olan kimyasal maddelerden meydana gelir. Akyuvar ve alyuvarlar ile trombositler, kan ve hücrelerini oluştururlar. Bunların yaşam süreleri bellidir. Alyuvarların bir kısmı 24-48 saat yaşarken; bazıları ise; (hafıza hücreleri gibi) bir insan ömrü boyunca yaşarlar.

Kanımızda bulunan alyuvarlar, hücrelere gıda ve erzak taşırlar. Akyuvarlar ise, vücudun muhafız askerleri gibi, virüslerle ve diğer zararlı unsurlarla savaşırlar. Aşırı stres, moral bozukluğunda kalbimiz burnumuzun mukoza tabakasına az kan pompalar. Dolaysıyla cepheye az kan, az erzak ve az asker sevk edildiğinden; düşman güçlenir, ve nihayetinde de hastalanır, nezle ve grip oluruz!

Kalpteki kan ve bu kanın içindeki alyuvar ve akyuvarların, insanın psikolojik yapısına göre de vaziyet aldıkları hususunda, işin uzmanlarınca açıklamalar yapılmıştır, şöyle ki; “Kişilik yapımızın tümü nefs ağırlıklı, beden, ruh ve kalp yanımızla karışmış bir netice formudur. Şimdilik bilmemiz gereken nokta; rûh sağlığı tanımından, anlaşılageldiğimiz rûh kavramını değil, nefs ağırlıklı kişiliğimizi kastediyoruz

Genel anlamda insanlar çağımızda ateist, materyalist düşüncelerin etkisinde, ekonomik baskılarla, makine hayat çarkına düşmüş, büyük çoğunluğu da rûh sağlığını kaybetmişlerdir. Üzüntülerin hormon sisteminde yaptığı tahribat; mide ülseri, kalp damarı hastalıkları, çeşitli sinir sistemi hastalıkları yapmaktadır. Hatta çağımızın hastalığı sayılan kanserde bile stresin, ruhî sıkıntıların etkisi inkâr edilemeyecek kadar büyüktür. Yine insanların beşte biri, bu rûh sağlığı bozukluğu dolayısıyla alkolizm ve beyaz zehrin pençesine düşmüşlerdir.”(1)

Daha önce de değindiğimiz gibi, hastalık barındırmayan ve kanser olmayan tek organ kalptir. Kalbin en büyük rahatsızlığı damarlarla ilgili sorunlar teşkil etmektedir. Burada en büyük etkenlerden biri de strestir. Zira stres damarların çalışma düzenini bozan, büzülmelerine, tıkanmalarına ve nihayet tahribine sebebiyet veren bir zehir mesabesindedir. Çoğu zaman bunalan insanlar, stresten kurtulmak, birazcık rehavete ermek için, sigara dumanını çeker ve içki, yani rakı ve benzeri şeyler içerler. Sarhoşlukta mutluluğu arar oldular.
O sorunlarını, dert edindikleri meselelerini unutmaya çalışırlar. Bir anlık hislerin iptalinden sonra, ruhlarını ve kalplerini taciz eden o problemlerin, o sıkıntıların oldukları yerde durduklarını görürler. O sıkıntılardan kurtulmanın tek yolu ve çaresi, hayatı gerçek anlamıyla idrak etmek ve yaşamın hakiki tadına ermektir.
Aslında kalp beyinden idare edilmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla beyin ile kalp koordineli olarak, beden denilen küçük saray âlemini yönetip, hizmet ederler.
Hayata düzen veren, cana can katan, mutlululuğa erdiren bilgi ile kalbimizde itmi’nan, yani tatmin olma duygusu vardır. Bu kalbin tatmin olması ekmek su ile değil; ancak mana ve doğru bir bilgi ile olabilir.

Kur’an-Kerim’de gönlün itmi’nanından bahisle; “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allâh’ın zikriyle (anmalariyle) sükunete (itmi’nana) erenlerdir. Bilesiniz ki; kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.”(2) Ve diğer âyette; “Allâh kimin kalbini İslâm’a açmışsa; o Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allâh’ı anmak hususunda kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun.”(3) buyurmuştur.

Bu ve bunlara benzer çok âyetlerde ifade edildiği gibi; böyle manevi ma’rifet nûrlarını âkıl, rûh, kalp, sır, nefis ve sair lâtife ve hislerle; kimi zaman bunların biriyle veya bir kısmıyla, kimi zaman da hepsiyle duymak ve hissetmek ve böylece imanın ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin mertebelerinde yükselmek mümkündür.

Allâh’a yönelirken ve bilmeye, idrak etmeye çalışırken, kalp tam bir teslimiyet içinde olmalı, şüphe, tereddüt ve tenkit gibi yersiz, mesnetsiz endişeler taşımamalıdır.

“Onlara Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda, “Eskilerin masalları!” diye “cevap verirler.”(4) Hakikat’e masal diyenlerin, dünya hayatlarının bir masal olduğu, ebedi hayatlarının bu “masal” anlayışının acı bir neticesi olduğunu unutmamaları gerekir.
İşte en büyük ma’rifet, o kalp itmi’nanına ermek, o huzuru ve saadeti yaşamaktır. Kalb doktoru kardiyologların evvel-ahir tavsiyeleri, bol bol yürümek, çok su içmek ve stresten, bunalımdan uzak durmaktır.
Bu gün bunalım, buhran yaşıyan, stresle boğuşan bir toplum haline geldiğimiz gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bunun kanıtı; hastahanelerde psikiyatri poliklinikleri önünde muayene sırasını bekleyen kalabalıklardır. Adı geçen yerde hasta kayıt işlerine bakan bir öğrencim, “Hocam, hastahanemizde en fazla hasta bakan ve kabul eden, bizim bölümümüzdür.” demişti.

Kanı teşkil eden trombositler ise;  ömürleri 7-10 gün içerisindedir. Buna göre her gün milyonlarca kan hücresi ölürken, milyonlarcası da yenilenip tekrar dolaşıma katılırlar. Yaşam sureleri dolduğu için yıkılan, ölen hücreler, aynen çöplerin işlenerek geri dönüşümde değerlendirildiği gibi, yeni hücrelerin yapımında kullanılırlar. Yani vücut, kendine ait her yapı taşını korumaya, tekrar kullanmaya, hiç bir şeyi israf etmeme üzerine programlanmıştır. Keşke insanlar da bu düzenden dersler alıp, tabiatı hoyratça kullanıp israfa girmemiş olsalardı.

Kan hücrelerinin yapım ve imalat yeri kemik iliğidir. Kan hücreleri kemik iliğinde kök hücreden farklılaşarak çoğalırlar. Kök hücre o sırada hangi kan hücresine, ne kadar ihtiyaç varsa, onu yapmak için farklılaşır ve çoğalır. Bu eylemde, tamamen hiyerarşik bir zincir izlenir. Çocuk anne karnında gelişirken, bu kan yapma işi karaciğer ve dalak ta yapılır.
Görüldüğü üzere insan vücudunun en küçük parçası hücreden diğer organlara, uzuvlara kadar, mükemmel bir denge kompitür hesaplarla ayarlanmış bir düzen içerisinde vazife görürler.

İnsan iki şeyden yaratılmıştır, bunlardan biri zahiri, görünürdeki kalıbı ki, baş gözü ile görülen her bir şey bu âlemden olup, bunların tümüne birden âlem-i şehadet diyoruz. Diğeri batın manasındaki varlığıdır. Ona nefs derler, ruh derler, kalp derler.
Bunlar ancak hakikat gözü ile görülebilirler. Baştaki göz ile görülmezler. İşte insanın asıl varlığı, bu batın manasındaki varlıktır. Gözle görülen biyolojik ve fiziki yapısı tamamen bâtın varlığına tâbidır. Onun askeri ve hizmetçisi durumundadır. Biz bu manaya kalp ismini veriyoruz.
Kalp denildiği zaman biliniz ki, bazen ruh, bazen nefis dedikleri insanın hakikati manasında ifade edilmektedir.

Burada kalp demekle insan göğsünün sol tarafına yerleştirilmiş çam kozalağı şeklindeki et parçasını kast etmiyoruz. Zira daha önce kalbin bu biyolojik yönünü nazara verip, işlemiştik. Bu tarzdaki kalp hayvanlarda da, ölülerde de vardır. Görünen et parçası onun taşıyıcısı ve âletidir. Bedenin bütün uzuvları, organları, onun askerleri kıvamındadır. O ise; padişah makâmındadır. Hak Te’alayı tanımak, onun cemâlini müşahede etmek, kalbin bir sıfatıdır ki, teklif onadır, hitab-ı İlâhî  onadır. Dolayısıyla itab ve ikab (azar, uyarı ve azab) da, mükafat da, ona âittır, onun içindir.
Burada kalbin hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak; Allâh Te’al’ayı tanımanın, bilmenin anahtarıdır. Yani kalbin asıl mahiyetini bilmek; idrak etmek, çözmeye çalışmak, insanın asıl maksatlarından biri olmalıdır. Zira o, bu yönüyle melekler cevherinden yüksek bir cevherdir. Onun asıl mâdeni Allâh Te’âlâdır. Oradan gelmiş, tekrar oraya dönecektir.

Kalbin hakikati bilinmeyince, gerçek mahiyeti de anlaşılmaz. Bunun bilinmesi için, Esma ve sıfatlarını bilmek gerekir.
“Aslında beden, duygular (hissiyat) ın taşıyıcısı ve hizmetkârı hükmündedir. Duygular ise, aklın haber toplaması için birer casus hassasiyetinde yaratılmışlardır. Onların vasıtasıyla Allâh’ın san’atlarındaki acaiplikleri bilir. Demek ki, duygular akla hizmet ediyorlar.
Akıl ise, kalp için yaratılmış olup, onun mumu ve kandili olmak, ona ışık tutmak içindir. Bu nûr ile Allâh Te’âlâ’yı hisseder, bulur ve görür. İşte, kalbin cenneti dedikleri şey budur. Demek ki âkıl da kalbin hizmetçisidir.

Şu kadar bilinmelidir ki, kalp ayna gibidir. Levh-i mahfuz (her şeyin hayatının ind-i İlâhide yazılan levha) da ayna gibidir. Bütün varlıkların sureti ondadır. Bir ayna, diğer aynanın karşısına konulunca birbirinde görünürler, yek diğerine akseder.
Bunun gibi levh-i mahfuzdaki görüntüler kalpte de görünür. Fakat bunun içinde kalbin saf olması, fıtrata aykırı duygulardan kurtulması ve levh-i mahfuzla münasebet kurması gerekir.
İnsanın kalbi melek cevherindendir. Herkesin hususi âlemi kendi bedenidir. Beden de kalbe tabidir. Herkes bilir ki, kalp parmakta değildir. İlim ve irade (istek duygusu) parmakta değildir. Kalp emredince parmak hareket eder. Kalbte hışmın emareleri meydana gelince, yedi azadaki damarlar açılır, kan hücum eder. Bu yağmura benzemektedir. Şehvetin görüntüsü kalbte zuhur edince, bir esinti canlanır ve şehvet aletine doğru gider. Yemek yemeyi düşününce, dilinin altındaki kuvvet, hemen yardım için harekete geçer ve tükürük bezleri çalışmaya başlar. Böylece yiyecekleri yutacak hale gelinceye kadar ıslanır.”(5)
İnsanın kalbi başlangıçta parlak bir ayna gibidir. Bütün âlem bu aynaya sığabilecek kadar yüksek bir kabiliyette yaratılmıştır. Dikkat edilir ve korunursa bu hal devam eder. Şayet edilmez ve kişi fıtrata aykırı hareketlerde bulunursa pas tutar, artık ayna olma vasfını kaybeder. Kalbin bu vasfı ile alakalı olarak Allâh Te’al’a; “Hayır hayır (insanların) yaptıkları sebebiyle kalpleri paslanmıştır.”(6) buyurmuştur.

Konuya dair Hz. Ali’nın şu sözü ne kadar da bu makama uygun düşmektedir ki, demiş: “Kalp kör olduktan sonra, artık gözlerin görmesinde de hiç bir fayda yoktur.”

Kalp: Allâh Te’ala’nın cemâlini bütün yarattıklarında ve san’at eserlerinde (masnu’atında) görmek, bakmak ve müşahede etmek için yaratılmıştır. Bu hususta da Allâh, “Cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etmeleri ve beni bulmaları için yarattım”(7) buyurmuştur.

Ruhunuzda huzur, gönlünüzde sürür, kalbinizde sükun, nûrun ala nûr olsun.

Dipnotlar
(1) Dr. Haluk NURBÂKİ, Kur’an’ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, s 153-4
(2)Ra’d 13/28
(3)Zumer 39/22
(4) Nahl, 16/24
(5) İ. Gazzalî Age s.28-31
(6) Mutaffifin, 83/14
(7) Zariyat 51/56  İmam-ı Gazzalî, Kimyay-ı Saadet, s. 22

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*