Müşfik Kenter de öldü…

Geçtiğimiz ay yazdığımız “Yazılarda 40.” yıl yazımızı hatırlarsanız, orada gazetemiz Yeni Asyada yazmamızın serüvenini anlattık ve daha önceki yıllarda yazdığımız yazıların neşredilip neşredilmediğini tam bilemediğimizi, ama “insan denilen garip hayvan” yazımızın neşredilmesiyle, bunu ilk yazımız olarak kabul ettiğimizi söylemiş ve o günden bu güne de, 40 yıl geçtiğini ifade etmiştik. O yazıda başlık olarak kullandığımız cümlenin, Kenter’lerin sahnelediği bir oyunun adı olduğunu ifade etmiştik. İşte o Kenter’lerden Müşfik Kenter, geçtiğimiz günlerde ölmüştü. Fazlaca haber v.s seyretmediğimizden, geç muttali olduğumuz bu haber üzerine, bir şekilde Kenterlerle münasebetimiz olduğundan dolayı bu satırları yazmaya niyetlendik.

Peki, kimdi bu Müşfik Kenter? Bazıları onu, yine kendisi gibi bir tiyatro oyuncusu olan Yıldız Kenter ile evli zannederler. Hâlbuki onlar kardeştir. Yıldız Kenter, Müşfik Kenter’in ablasıdır. Ve Yıldız Kenter’in kocası da, yine kendileri gibi bir tiyatro sanatçısı olan Şükran Güngör’dür.

Bu iki kardeşin babaları diplomat bir Türk, anneleri de İngiliz asıllı bir kadındır. Anlayacağınız, biraz bu milletin değerlerinden uzak büyüyüp yetişmiş, sosyeteden bir ailedir. Biz, çocukluğumuzda radyodan bunların çok şeylerini (piyes, tiyatro, skeç, masal v.s)  dinleyerek gelmişizdir. Daha sonra 1968 senesinde TRT -TV nin Ankara’da yayına başlamasıyla, bazen TV lerde de seyrederdik onları. Ama dediğimiz gibi, milletin maneviyatına şifa olacak bir programları olmazdı. İşte, bizim yazıya başlık olarak kullandığımız oyun da öyle bir şeydi. Yabancı bir yazarın oyununu oynamışlardı o zaman. Zaten o oyunun ismi de bize ters geldiğinden, 19 yaş gibi bir genç çağımızda yazmıştık o yazıyı…

Aslında bizim, bu anlattıklarımızdan ziyade, nazara vermek istediğimiz şey, bu gibi meşhur ve dinî veçhesi zayıf insanların durumlarıdır. Bir insan ne kadar meşhur olursa olsun, bir gün bu fani dünyadan göçüp gidiyor ya, onların yakın akrabalarının da başlarına bir kıyamet kopuyor. Ama tabii, ölen o insana acıyoruz biz. O öldükten sonra bazı yazarların yazdıklarına baktık da, ahirete faydası olacak hiçbir şeyden bahsetmiyorlar. Hep dünyadaki yaptıkları fani ve günahlı işlerden, işretten v.s bahsediyorlar.

Hâlbuki o gibi insanlar, nolaydı, dünyada iken akıllarını başına alıp, “ahirette kendilerini kurtaracak bir eser “ bırakıp gitselerdi de, ahirette kendilerine azap olacak bir şeylere sebeb olmasalardı. İşte bunlar aklımıza geldi birden. Çok yakın tanıdığımız sosyeteden birisi vardı. Adeta sabah kahvaltısına Alplere, akşam yemeğine Paris’e gidip-gelen cinsten birileriydi. Ama kadıncağız ölünce, kıyamet kopmuş, kızının mezarlıkta söylediği sözleri hiç unutmamıştım. “hayır, benim annem toprağa giremez! Ben buna inanamıyorum” diyerek, cennet-i kazibe-i dünyalarından ayrılmanın verdiği ıstırapla ne söyleyeceklerini şaşırmış hale geliyorlardı.

Yazık, biz kimsenin ahirette kötü duruma düşmesini istemeyiz. Hâlbuki dünyada güzel ve iyi işler yapsalar, Rabbimizin marziyatına, istek ve arzularına göre hareket etseler de, “kurtulanlardan” olsalar daha iyi değil mi?  Allah, inşaallah bu kimselere; akıl, fikir, iz’an ve hidayet nasib etsin! Bizleri de sırat-ı mustakim olan o dosdoğru yoldan ayırmasın inşaallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*