Nevruz, Kemalizm ve din

KEMALİZMİN en büyük ve en korkunç zaferi, dindarların damarına milliyetçilik zehrini enjekte etmek oldu.
İki büyük kazanç sağladı böylece.
Birincisi, tasavvufta billurlaşmış olan sevecenliği, hoşgörüyü, “yaratılanı yaratandan ötürü sevme” yeteneğini içselleştiren bir din anlayışının ortak bir kültür zemini oluşturmasını ve bu ortak kültür çerçevesinde bir “hakkaniyet” mücadelesine girişebilme gücüne ulaşmasını engelleyerek kendini “tekleştirmeyi” becerdi.
İkincisi de, sürekli olarak ezdiği, horladığı dindarları, her istediğinde milliyetçilik dizginleriyle durdurup denetlemeyi ve kendi amaçları için kullanmayı başardı.
Dindarları Kemalistleştirdi.
Dindarları dinleyin, anlattıkları mesellere, söyledikleri hadislere kulak verin, hep “hoşgörüden, şefkatten, merhametten, adaletten” söz ettiklerini göreceksiniz.
Peygamberinin “veda hutbesinde” kavmiyetçiliği lanetlediği bir dinin mensuplarının kendilerine İslam’ın geçmişinden bir milliyetçilik hikâyesi çıkarmalarının pek kolay olmayacağını zaten görürsünüz.
Ama aynı dindarların “ameline” baktığınızda, karşınıza milliyetçiliğin o çirkin hoyratlığı çıkar.
Bu ülkenin dindarlarını “Türk-İslam” sentezine inandırmış bir sistem var karşımızda.
Sosyalizm karşısında “nasyonal sosyalizm” neyse, İslam’ın karşısında “Türk-İslam” sentezi de odur bence.
Elbette bu konuları benden çok daha iyi bilen insanlar var bu ülkede, sıradan bir mümin bile bunları benden iyi bilir ama bizim dindarların “milliyetçilik-din” ilişkisini kalabalıklar önünde konuşmaktan ne yazık ki ödleri patlar.
Tek tek konuştuğunuzda İslam’ı bilen her dindar size “dinde milliyetçiliğe yer olmadığını” söyler ama bunu yüksek sesle gündeme getirmez.
Böylece bu ülkenin “demokrasiye, eşitliğe, özgürlüğe” ulaşması iki kanattan birden kesilmiştir, ne Kemalizm’den varabilirsiniz oraya, ne de dindar muhafazakârlardan varabilirsiniz.
Muhafazakârların bir cila olarak kullandıkları dinin altında, o dindarlığı kavruklaştıran milliyetçilik zehri akar. 
Kemalistlerle muhafazakâr dindarlar arasında aslında “ideolojik” bir kavga, ideolojik bir anlaşmazlık yoktur, bir iktidar savaşıdır yaşadıkları.
Namaz kılan milliyetçilerle, dans eden milliyetçilerin, “sarayın iktidarını” kim alacak kavgasını izleriz biz. Hepsi aynıdır. Hepsi milliyetçidir.
Birinin Batılılığı, öbürünün dindarlığı sadece görünüştedir, ikisi de aynı milliyetçilik ağacının iki farklı dalıdır sadece.
Bakın, on yıldır bu ülkeyi “dindar” bir hükümet yönetiyor, neredeyse son üç yıldır memleketin “rakipsiz” iktidarı bu dindar insanlardır, peki, Kemalistlerin milliyetçiliğinden farklı bir milliyetçilik anlayışı görünüyor mu ortada? Yooo.
Aynı hoyratlık, aynı nobranlık, aynı “benden olmayan benim düşmanımdır” anlayışı.
Şu “dindar” hükümetin devr-i iktidarında yaşananlara bir bakın.
Sadece şu son iki gündür yaşanan Nevroz olayları bile neyle karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
Kürtlerin gösterilerini yasakladılar, meydanlara çıkan Kürtlere saldırdılar, Ahmet Türk’ü hırpalayıp hastanelik ettiler. Ne işe yaradı?
Gösteriler gene yapıldı, sadece vahşet ve şiddet arttı sokaklarda.
Genç Kürt çocuklarının nefreti biraz daha bilendi, Kemalist’iyle, muhafazakârıyla, dindarıyla Türklerin yakalandığı milliyetçilik hastalığının Kürtler arasında da Kürt milliyetçiliği olarak biraz daha kökleşmesine yardım etti. Kürtler karşısında Kemalist basınla muhafazakâr basın arasında hiç bir fark olmadığına böyle olaylarda zaten rahatça tanıklık edebiliyorsunuz.
Başbakan Erdoğan ve AKP, bir ara bu milliyetçilik barikatını aşacak, dindarların ruhundaki Kemalizm’i temizleyecek, tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adımı atacak gibi davrandılar ama sonra özlerindeki Kemalizm’e ve milliyetçiliğe geri döndüler.
Üstelik gerçek bir dindarın bu milliyetçilikten utanması gerektiğini bile bilmiyorlar, bir matahmış gibi bununla övünüyorlar.
Bunca dindarımız, bunca din âlimimiz var, biri çıksın da bize bir dindarın nasıl milliyetçi olabileceğini anlatsın, Veda Hutbesi’ni bizim anlayabileceğimiz gibi bir yorumlasın.
Bizim “modernler” dinden ve dindardan korkarlar. Dinden korkacak bir şey yok. Tehlike, dindarların gerçekten dindar olmaması, o dindar kisvenin altında milliyetçi bir bedenin bulunması, asıl büyük tehlike din değil milliyetçiliktir çünkü.
Neticede, dindarı da, moderni de, Sünni’si de, Alevi’si de, Türk’ü de, Kürt’ü de Kemalist olan bir ülkede yaşıyoruz, hepsi de “sadece kendi benzerlerinin” başta olacağı bir iktidarı hayal ediyor, hepsi de kendine benzemeyene düşmanlık besliyor, hepsi de “tek adam” anlayışına tapınıyor, hepsi de kendi ırkını bir damga gibi alnına vuruyor. Hepsi de Kemalizm bağımlısı. Bir gün bu zehirden kurtulabilirler mi? Bu zehrin kendilerini yok edeceğini kavrayabilirlerse, belki…
Ahmet Altan / Taraf, 21 Mart 2012

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*