Resul ve nebi farkı

Nebi, kendisine, Allah tarafından, peygamber olduğu haber verilen zat olarak ifade edilmektedir. Bunlar yeni bir şeriatla gelmez, kendinden önceki peygamberin şeriatını tebliğ ve tatbik ederler. Kendinden önceki peygamberin şeriatını neshetmezler. Onun tebliğ ve tatbikçisi olarak devam ederler.

Resul kelimesi ise, Allah tarafından ilâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zat (mürsel) manasınadır. Resuller, yeni bir şeriat sahibidirler. Bunlar ya doğrudan yeni bir şeriatle gelirler veya evvelki şeriatın bazı hükümlerini değiştirirler.

Bu açıklamalardan şu netice çıkmaktadır. Her resul aynı zamanda nebidir. Resul kelimesi mana itibariyle daha geniştir. Ancak her nebi resul değildir.

Nübüvvetin dili

“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın.” (İbrahim, 14/4)

Bu ayet-i kerimeden anlaşılacağı üzere, peygamberler hangi kavme peygamber olarak gönderilmiş ise o kavmin dili ile onlara hitap etmiştir. O kavmin dili ile ibadet ve dua etmişlerdir. Çünkü Peygamber Efendimizden (a.s.m.) önceki peygamberler sadece kendisinin içinde yaşadığı topluma gönderilmiş peygamberlerdir. Dinleri ve davetleri cihanşümul değildir. Her kavim farklı bir dil ile dua ve ibadet etmekte idi.

Dillerin muhtelif olması Allah’ın varlık delillerinden birisi olarak Kur’an’da ifade edilmektedir. (Rum, 32/20) Ayrıca, her kavme ayrı bir peygamberin gönderilmesi, onların dili ile onlara hitap etmesi, Allah’a yalvarırken, ona dua ederken bunu her dil ile yapabileceklerini de göstermiş olmaktadır.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gönderilmesinden sonra ise, Kur’an okunmak sureti ile yapılan namaz gibi ibadetler ancak Kur’anın kendisi ile yapılabilmektedir. Kur’anın dışında başka arapça kelimeler ile yapılması da mümkün değildir. Sadece Kur’an ayetleri ile namaz kılınabilmektedir. Namazın dışındaki dua, zikir, tebliğ gibi ibadetler ise herhangi bir dil ile yapılabilir.

Ezan ve kamet gibi bazı şeair ise sadece Arapça ile yapılabilmektedir. Onun dışındaki dillerle ezan okunması, kamet getirilmesi mümkün değildir. Ezanın bir vazifesi namaza davettir, tebliğdir. Allah’ın birliğini bütün kainata ilandır. Bunu da bütün milletler için Arapça aslı yapabilir. Dünyanın neresinde olursa olsun Arapça ezanı duyan adam, namaza davet edildiğini, tevhidin ilan edildiğini bilir ve anlar. Başka kelimelerle bunu bütün insanlık için yapmak mümkün değildir.

“…nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubûdiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?” (Mektubat, s. 712)

“Elfâz-ı Kur’âniye ve tesbihât-ı Nebeviyenin lâfızları câmid libas değil, cesedin hayattar cildi gibidir; belki mürur-u zamanla cilt olmuştur. Libas değiştirilir; fakat cilt değişse vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi elfâz-ı mübarekeler, mânâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez.” (Mektubat, s. 712)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*