Üç aylar

Dünya hızla döndü ve içinde biz de onunla beraber dönerek, elhamdülillah bir üç aylara daha vasıl olduk. Çocukluğumuzda ve gençliğimizin ilk yıllarında, bu mübarek ayları, hep “üç aylar” diye bilirdik. Çünkü büyüklerimizden öyle duyardık. Ama Risale-i Nur’la müşerref olduğumuz, gençliğimizin o ilk yıllarında, o mübarek ayların isimlerini Üstadımızdan “şuhur-u selâse” olarak taallüm ettik, öğrendik. Aslı Arapça olan “şuhur-u selase” zaten “üç aylar” demektir.
Rahmetli anneannem o yıllarda, sevap olur diye, yedi sene üç ay orucu tutmuştu. Tabiî normalde “üç aylar orucu” diye bir oruç yok. O üç ayın zaten biri, oruç tutmanın farz olduğu Ramazan ayıdır. Ama milletimiz, kesin bir keffaret borcu olmadığını bilse de, her ihtimale karşı ömründe bir defa keffaret orucu tutmanın sevap olduğuna inandığından, bunu da Ramazan ile beraber Receb ve Şaban aylarıyla beraber kılarak “üç aylar orucu” tutar.

Tabiî üç aylar sadece oruç tutmanın dışında, bizim açımızdan çok ehemmiyetli bir zaman dilimidir. Çünkü bu mübarek aylar, uhrevî hasılât için gayet münbit bir zemindir. Receb, Şaban ve Ramazan ayları kültürümüzde, milletimizin arasında kıymet ve hürmeti çok aylardır. Ondandır belki de, İslâm dünyasında, bu ayda doğan çocuklara o ayların ismini veren bir milletiz.

Rabbimizin ayı olan Receb’de, çok rağbet edilen gece olan Regaib’le, en büyük mu’cize-i Peygamberînin (asm) gösterildiği Mi’rac gecesi vardır. Şaban ayının da kendisine ait olduğunu söyleyen Kâinatın Efendisi’nin (asm), kıyamette şefaat edeceği ümmetinin ‘berat’ına, kurtuluşuna sebeb olan af gecesi vardır. Ümmetin ayı olan ve her harfi binlerle ifade edilen sevapları içine alan ibadetlerin saklandığı, aziz milletimizin de kadrini, kıymetini çok iyi bildiği Kadir Gecesi’nin bulunduğu Ramazan ayı ise, başlı başına nimetler, bereketler, feyizler ve sayamayacağımız kadar güzelliklerle, ihsanlarla dolu bir aydır. Rabbimiz, inşaallah o aya da kavuşturur bizleri.

Yani; dünyanın oyun ve oyuncaklarına, nefsin tuzak ve hilelerine aldanmadan bu mübarek ayları, yaz gününün rehavet ve günahlarına karşı mukavemet ederek ihya etmeliyiz ki, yarın bizler de kabrimizde nurânî hayat bulup, berzah âleminde canlı olalım.

Çok ibadet etmeliyiz, oruç tutmalıyız. Hz. Ali’ye (ra) sormuşlar: “En çok neyi seversin?” “Yazın sıcak günlerinde oruç tutmayı” demiş. Nefse, özellikle de bu sıcak günlerde zor gelen oruç ibadeti, ihlâsla olduğu zaman inanın ki çok kolaydır. Ve hep şunu hissetmişizdir: ”Oruç, Cenâb-ı Hakk’ın taahhüdü altındadır”. Kendisi için yapılan bir ibadeti nasıl garanti altına almaz ki Rabbimiz? Elbette bu, bizzat yaşayanlarca tesbit edilmiş bir hakikattir. Kur’ân ve onun tefsiri olan Risale-i Nur’u bolca okumalıyız. Namazlarımıza ayrı bir dikkat göstermeliyiz. Dünyanın bittiği yerde ahiretin başlayacağını unutmayarak, namazı muhakkak ilk vaktinde kılmaya dikkat etmeliyiz. “Şu işim de hele bir bitsin, namazı öyle kılarım” dememeliyiz. Zira ayağımız bir kayar da, ahiret âlemine göçersek, orada bize ”Gel bakalım efendi, o yarım işlerden ne haber?” demezler. Sorgu suâle; önce iman ve sonra namazdan başlarlar. “Ne yapayım falan işim de bir bitsin, öyle namaz kılarım demiştim, ne bileyim böyle çabuk dünya değiştireceğimi” dememek için buna dikkat etmeliyiz.

Receb, Şaban ve Ramazan aylarınızı, kısaca şuhur-u selâse denilen üç aylarınızı tebrik ederiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*