Canım annem

“Çocukluğumda, sıcak bir bahar günü ‘annem’ tarlada çapa yapıyordu. Beni güneşten korumak için küçük bir çerge yapıp içerisine tek başıma oturttu. Çok küçük denecek yaşta olmama rağmen kalktım, etrafımda bulunan çeşitli renkteki kır çiçeklerinden topladım. Her renk çiçeklerden küçük bir demet yaptım. Biraz sonra ‘annem’ bulunduğum yere geldiğinde ona yaptığım çiçekleri uzattım.

 

O küçücük yaşta benden böyle bir şey beklemediğinden olacak, çok sevindi, beni kucağına aldı, sarıldı, öptü, kokladı. Gözlerinin içi gülüyordu. Canım ‘annem’, gölgeye oturdu ve beni de dizine yatırdı. Elini başıma koydu, saçlarımı okşadı. Sonra bir süre nasırlı ellerini eski mintanımın içinden vücudumda dolaştırdı, sırtımı sıvazladı, kaşıdı.      
Annemin bana olan güler yüzünün, sıcaklığının, sevgisinin, şefkatinin tadına doyamıyordum. Onun sıcak kucağında mutluluk içersinde tatlı kokusunu hissediyordum. Beni sevmesi, okşaması devam ederken yüzüme bir damla düştü. İkinci damla da düşünce ter damlacığı olmadığını anladım. Başımı çevirip gözümün ucuyla gözlerine baktığımda; hemen ağladığını bildirmemek için başındaki örtüsünün ucu ile gözleri ile karışık yüzünü siliverdi.
Annemi ancak bu kadarcık hatırlıyorum. Ondan sonra o benim dünyamda yoktu. Onun ölümünden sonra babam tekrar evlenmiş. Yeni ‘annem’ hiçbir zaman kendi ‘annem’in yerini dolduramadı. ‘Annem’in tatlı diline, güler yüzüne, sevgisine, şefkatine, öpmesine ve güzel kokusuna yıllarca hasret duydum. Her zaman onu çok özledim, rüyalarda gördüm. Ona olan sevgimi, içimdeki özlemimi hiçbir zaman anlatamam. Sevgili ‘annem’in aklımdaki, hayallerimdeki, gönlümdeki yeri hep boş kaldı.
Yıllar geçtikçe bazı şeyleri anlamaya başladım. Yeni ‘annem’in çocukları olunca bana olan tavırları, baskıları ve tutumu tamamen değişti. Azarlama, kovma, dövme, hakaret yapması karşısında babam sadece bakıyor, sessiz kalmayı tercih ediyordu. Bütün bu olumsuzluklar ‘annem’e olan ihtiyacımı, hasretimi ve sevgimi bir kat daha artırıyordu. Benim dünyamdaki fırtınaları, çocukken annesinden ayrı kalmamış bir insanın anlaması mümkün değildir.
Yokluk, çaresizlik ve büyüklere her halükârda itaat düsturu gereği küçük yaşta evin her türlü işini, çalışmasını, yükünü ve zahmetini ben çekiyordum. Ancak akşam eve geldiğimde karnım doymuyordu. Bana hiçbir değer verilmiyor, istenmeyen bir kişi gibi huzur bulamıyordum. Öteki kardeşlerim yeme, içme ve giyimde en iyi şekilde bakılıp yaşatılıyordu. Evin içinde onlar itibar görüyor, onların anlattıkları dinleniyor ve onlar sevilip himaye ediliyorlardı.
Biraz daha büyüyüp serpilmiştim. Evin en ağır ve yorucu işlerini yaptığım için, söz sahibi olmaya başladım. Bazen işlerin önceliği ve yöntemi konularında babamla konuşma, tartışma ve fikir ortaya atma cesaretim gelmişti. Kendi işimizi bitirdikten sonra, köylüye ait başka işlere de gidip para kazanarak evin bütçesine katkıda bulunurdum. Bu durum askerliğe kadar devam etti.
Askerlik dönüşü bu işin böyle sürüp gitmeyeceğini biliyordum ancak evlenmem gerektiği için birkaç sene daha evin ahvaline ve olumsuz şartlara boyun eğmek, olgun davranmak zorundaydım. Bütün bu olumsuzluklar içersinde çalışmaya devam ettim. Küçük kardeşlerim büyümüş, çalışma yaşına gelmişlerdi. Ancak çalışmadıkları gibi bana da yardım etmiyorlardı. Aksayan işlerin ve bütün olumsuzlukların faturası bana kesiliyordu.
Köyümüzden akrabamızın kızı ile evlendirildim. Hiçbir eşya alamadan ve masraf etmeden düğünümüz yapıldı. Koyunlarımızın yününden bir yatak, yorgan ve birkaç tane su güğümü eşya ile evlendik. Eşim benim çektiğim sıkıntıları ve çileyi bilerek geldiği için kaderine baştan razı olmuştu. Artık evin içine bir işçi daha gelmişti. Her işe eşimle birlikte gidiyorduk. Beni evde istemeyen ve her fırsatta babama kötüleyen analığım, eşimi de horlamaya, azarlamaya ve babama kötülemeye başladı.
Çaresiz kaldık, eşimle birlikte baba ocağı evden ayrıldım. Gurbette yıllarca el işinde çalışıp, didindim. ‘Annem’in beni sevgiyle, şefkatle kucağına alıp öpüp kokladığı gibi kucağıma alıp sevebileceğim bir çocuğum olmadı. Hep çalışıp didinerek fani ömrüm rüzgâr gibi geçti. Yaşım kemale erdi ve hayatın sonuna yaklaştım. Eşim vefat ettikten sonra da huzurevine girdim. Etrafıma baktıkça dünyanın fani ve geçici olduğunu biraz daha yakından anlamaya başladım.
Dünya ile bağlarım, emellerim, ümitlerim birer birer kopmaya başladı. Mal, mülk, evlat, servet, eş, dost bunların ancak kabir kapısına kadar insana eşlik edeceği hep anlatılırdı. Ben bu gerçekleri görünce kendimi ibadete ve namaza verdim. Bir hayırsever kişi benim bütün masraflarımı karşılayarak hacca gönderdi. Şimdi yaşım seksen sekiz… Bana hücum eden hastalıklar, ameliyatlar, ağrılar ve sancılar karşısında sabırla, tevekkülle ve duâ ile dayanmaya çalışıyorum.
Ömrüm boyunca çok zorda kaldığım zamanlar, sıkıntı içine düştüğümde rahmetli, sevgili ‘annem’in dizine yatıp saçlarımı ve sırtımı okşadığını hatırlayıp hayal eder, rahatlar, sakinleşir ve cesaret bulurdum. Onun inci tanesi gibi yüzüme damlayan iki damla gözyaşının ferahlığı ile serinler, irkilir, kendime gelirdim.
Artık şimdi vakit geçti. Kabre doğru adım adım yaklaştım. Hayatımdaki değişiklikleri ayan beyan görüyorum. Saçım, sakalım ağardı, yüzümde kırışıklıklar, gözlerimin altında mor halkalar oluştu. Belim büküldü, ellerim titriyor. Gücüm, kuvvetim, metanetim kalmadı. Adımlarım ve hareketlerim çok yavaşladı. Zihnimde ve hafızamda unutkanlıklar gittikçe artıyor. Hayallerim de eskidi, köhneleşti ve donuklaştı. Çektiğim hastalıklara, acılara ve ıztıraplara dayanmak için ‘Annem’i hatırlayıp sevgi ve şefkatine sığınmak istesem de oralara hayallerim ulaşmıyor. O faninin, fanilerin yerine gözümden akan yaşlarla, yüreğimdeki sızılarla, gönlümdeki ateşlerle Baki-i Hakikiyi buldum. Yaradan Rabbime sığınarak, inanarak, güvenerek tevekkül ve teslimiyet içersinde teselli bulmaya çalışıyorum…”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*