Risâle-i Nur’dan tefeyyüzlerim (Ruh, kalb, vicdân tefekkürleri)

Ruh, zîhayat, zîşuûr, nûrânî vücûd-u haricî giydirilmiş, câmi, hakîkattar, külliyet kesb etmeye müstâid bir kânûn-u emrîdir.1 Çünkü, rûh dahi Kur’ân’ın nassı ile, “De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir.” 2 fermân-ı celîli ile, âlem-i emirden gelmiş bir kânûn-u zîşuûr ve bir nâmûs-u zîhayattır ki, kudret-i ezeliye ona vücûd-u hâricî giydirmiş.3 Hayat ise rûhun ziyâsıdır. Şuûr da hayatın nûrudur.4 Göz bir hassedir ki, rûh bu âlemi o pencere ile seyreder.5 Göz, kalbin aynasıdır. Ancak göz, yalnız ön ciheti görür. Göz kalb ve rûhun gördüklerini göremez. Vicdân nezzârdır; kalb penceresidir.6 Zirâ hakîkat-bin göz aldanmaz; hakperest kalb aldatmaz.7 Kalb ve mâhiyet-i insâniye zîşuûr bir aynadır. Onda temessül edeni şuûr ile hisseder. Aşk-ı beka ile sever.8
Kalbsiz akıl olamaz. Aklın nûru kalbden gelir.9 Bâtın-ı kalb, âyine-i Samed’dir ve ona mahsûstur.10 Yüce Rabbimiz bir hadîs-i kudsîde “Ne yere, ne de göğe sığmadım; Ben bir mü’min kulumun kalbime sığdım.”11 der. Allah kalbin bâtınını îmân ve mârifet ve muhabbeti için yaratmıştır. Kalbin zâhirini saîr şeylere müheyyâ etmiştir.12 Bâtın-ı kalbe Allah sevgisinden başka bir şey sokmamak gerekir. Eğer sokulmaya kalkılırsa o kalbin fıtratına aykırı davranılmış olur. Kalb bundan feverân eder. İnsanların çektikleri mânevî buhranların esâs sebebi bu olmalıdır. Öyleyse kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verilmemelidir. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Allah’a mahsûstur.

Kalbin öyle bir kâbiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder.13 Şu kâinatta insan bir fihriste-i câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin harîta-i mânevîyesi hükmündedir. İnsanın mâhiyetindeki kalbi, hadsiz hakâik-i kâinatın mazhârı, medârı, çekirdeği konumundadır.14 Aynı zamanda da kalb, makine-i insâniyenin merkezi ve zembereği hükmündedir. Öyleyse insanın kalbi dahi, Sâni-i Kâinatın en münevver ve en câmi bir aynasıdır.15

Bir şahsın kalbinde bir ihtilâl, bir fenâlık hissi uyanırsa, yüksek hissiyâtı, kemâlâtı sukût etmeye başlar; kalbinde tahrîbâta, fenâlığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs, bütün lezzetini, zevkini tahrîbâtta, fenâlıkta bulur. İşte o vakit, o şahıs, tam mânâsıyla arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilâli çıkarıp büyüten bir belâ, fesâdı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir.16

Zirâ, kemâlin cemâli dindir. Hem, din saâdetin ziyâsıdır, hissin ulvîyetidir, vicdânın selâmetidir.17 Vicdân denilen fıtrat-ı zîşuûr ise: âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisâkı ve berzâhı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekâsıdır. Evet, fıtrat ve vicdân akla bir penceredir; tevhidin şuâsını neşrederler.18 Vicdân, mazhâr-ı hissiyattır. Hem de vücûd-u hakîkî ister. Vicdânın ziyâsı, ulûm-u dîniyedir.19 İnsanın vicdânı, zâhiren mütenâhi ise de, bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibârla, gayr-ı mütenâhi hükmünde olan o vicdân, küfürle mülevves olarak mahvolur, gider.20 Kalb ile vicdân, nûr-u îmân sâyesinde hakâik-i İlâhiyenin tecellisine mazhâr olmakla menba’-ı kemalât, hayâttâr ve ziyâdâr olurlar. Onun içindir ki kalb ve vicdân fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmalıdır. Îmânın burhânı Kur’ân’dır. Vicdân da insânî bir râz ve sırdır. İnsanın vicdânı, mevcûdatı ihâta eden ulvî bir duygudur. “İnsanın fıtrat-ı zîşuûru olan vicdânı, saâdet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdânını dinlerse, ‘Ebed, ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdâna verilse, ebede karşı olan ihtiyâcının yerini dolduramaz. Demek o vicdân, o ebed için mahlûktur. Demek, bu vicdânî olan incizâb ve cezbe, bir gâye-i hakîkîyenin ve bir hakîkat-i cazibedârın yalnız cezbiyle olabilir.”21

Kur’ân’ın kudsiyeti muharrik-i vicdândır. Vicdânı i’kaz eden, uyandıran; vicdânı gafletten, dalgınlıktan kurtaran mûkız-ı vicdân, Kur’ân’ın kudsiyetine kolayca intikâl eder. Vicdân-ı beşer kudsiye-i Kur’âniyeye nokta-i istinâdla Sânii unutmamaktadır. Öyleyse kalb ile vicdân, mahall-i îmân, fikir ile dimağ da bekçi-i îmândır. “Bir Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüt etse bile, fıtratı ve vicdânı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez. En ebleh, en sefih bile, sedd-i rasîn-i istinâdımız olan İslâmiyete bütün mevcûdiyetiyle taraftardır.”22

İnsan rûhunda hadsiz istidâdlar vardır. Ancak bu istidâdlar çekirdek halindedir. Hayat boyunca bu istidâdlar inkişâf eder. O istidâd çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, îmânın ziyâsıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisâl edip cihâzât-ı mâneviyesini hakîkî gâyelerine tevcîh etmek gerekir. Çünkü rûhun gıdası hakâik-i îmâniye ve esmâ-i İlâhiyedir. Çünkü rûhun, rûhânî lezzetlere ihtiyacı vardır.

İnsanda “vicdân, a’sab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye, kalb, rûh, sır”23 ve bunlardan başka “sâika, şâika ve hiss-i kable’l-vuku olarak da bazı lâtifeler” mevcuttur. Sâika: Sevk edip götüren bir his. Şaika: Şevk verici, isteklendirici his. Hiss-i kable’l-vuku ise: Önsezi, önceden hissetmek anlamlarına gelmektedir.

Öyleyse insan, “ibâdâtın bütün envâ’ına müstâid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemâlâtın tohumlarına câmî bir istidâd”24 ile yaratılmış, fıtratına ve rûhuna bu istidâdlar derc edilmiştir.

İnsanın rûhuna derc edilen “bu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayât-ı dünyevîyenin tahsili için verilmemiştir. Belki şöyle bir insanın vazîfe-i asliyesi, nihâyetsiz makâsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusûrunu ubûdiyet sûretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcûdâtın tesbihâtını müşâhede ederek şehâdet etmek ve nimetler içinde imdâdâd-ı Rahmânîyeyi görüp şükretmek ve masnûâtta kudret-i Rabbâniyenin mu’cizâtını temâşâ ederek nazâr-ı ibretle tefekkür etmektir.”25 Böylece insan hakîkî insâniyet-i kübra olan İslâmiyetle mâhiyetinin gereği olan kullukla konumuna yakışır bir hâl alacaktır ve almalıdır.

Dipnotlar:
1- Sözler (517)
2- İsrâ Sûresi, 17:85.
3- Sözler (518).
4- Sözler (507).
5- Sözler (27).
6- Muhakemat (120)
7- Hutbe-i Şamiye (141)
8- Lem’alar, (829)
9- Sözler (706)
10- Sözler (640)
11- Lem’alar (847)
12- Hutbe-i Şamiye (139)
13- Mesnevî-i Nuriye (117)
14- Mektubat (443)
15- Sözler (614)
16- İşarat-ül İ’caz (174)
17- Münâzarât (18)
18- Mesnevî-i Nuriye (246)
19- Münâzarât (86)
20- İşarat-ül İ’caz (80)
21- Sözler (522)
22- Münâzarât (45)
23- Barla Lâhikası (348)
24- Sözler (325)
25- Sözler (325)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*