Sokak dershanesi

Image
Bulunduğumuz semtte, “dershaneler sokağı” diye bir sokak adı var ama, “sokak dershanesi” diye bir dershane yoktu. Ama sağ olsun bir kardeşimiz o sokakta, yüksek sesle öyle bir ders yaptı ki, oraya “sokak dershanesi” demek vacip oldu.

 
Bir dostumuzun tertip ettiği sünnet merasimine katılmak üzere Eskişehir’den Kütahya’ya hareket edeceğiz. Vakit akşam üzeri. “Dershaneler sokağı”nın başında toplandık. Bizi götürecek olan ağabeyimiz arabasını almaya gitti. Biz de orada dört kişi aracın gelmesini bekliyoruz.

Bir kardeşimiz hemen cebinden Haşir Risâlesi’ni çıkardı, “Bu arada biz de bir ders yapalım” diyerek yüksek sesle okumaya başladı. Bulunduğumuz mekân, hem Valiliğe, hem de Emniyet Müdürlüğüne yakın bir yer. Oldukça da kalabalık bir sokak. Biz o kardeşimizin yaptığı dersi dinlerken, sokaktan gelip geçenler bize bakıyor, kimi meraklı, kimi şaşkın, kimi de umursamaz bir tavırla yanımızdan geçip gidiyorlardı. Yirmi dakika kadar süren “sokak dersi”, nihayet bizi alacak aracın yanımıza gelmesiyle sona erdi.

Sokakta, ayaküstü yapılan ders o kadar verimli ve feyizli geçmişti ki, orada bulunan kardeşler, bu lezzeti yazıya döküp okuyucularla paylaşmak için benden bir makale talep ettiler. Ben de bir çeşni olur düşüncesiyle bugün sokak dersini yazı konusu yaptım.

Gerçekten de orada yapılan dersin tadı benim de damağımda kaldı. Ayrıca, Valilik binasının dibinde, Emniyet Müdürlüğünün yakınında yüksek sesle Risâle-i Nur’un okunması, gelip geçenlerin kulak misafiri olmaları, şükre şâyân bir manzaraydı. Bir zamanlar risâlelerin dışına başka kitapların kabını geçirip, kimsenin görmediği yerlerde gizli gizli okurken, şimdi sokak ortasında, gelip geçenlerin duyacağı bir ses tonu ile okumak, nereden nereye geldiğimizi gösteren güzel bir göstergeydi. “Ne günlere kaldık” diyerek gelecekten ümidini kesip ye’se düşenlere karşılık, “Ne günlerden geldik” diyerek cennetâsa baharın kapısında olmanın mutluluğunu yaşıyorduk.

O günkü mutluluk tablosu, sokak dershanesi ile sınırlı kalmadı. Kütahya’ya kadar, araç içinde de ders devam etti. Yol boyunca nurlu kelâmlar, hava zerreleri ile havaya döküldü gitti. Gökyüzünü Nur çiçeklerinin kapladığını hissettik.

Üstâd Hazretlerinin gayesi, vatan sathını bir mektep yapmaktı. Ömrünün son dakikasına kadar bu gayesine ulaşmak için çalıştı. Vatanın her yerinde Nur mekteplerinin temellerini attı. Bu temellerin harcında eza, cefa, sürgün, zindan, zehirlenme ve zulüm gibi akla gelecek her türlü sıkıntı bulunduğu için, temeller çok sağlam atılmıştı. Onun için vatanın her köşesinde mantar biter gibi Nur mektepleri, Nur dershaneleri bitmişti. Bu dershanelerin her zaman bir binaya, mefruşata, masaya, koltuğa, kanepeye ihtiyacı yoktu. Her yer Allah’ın mülkü olduğuna göre, Nur Talebesinin bulunduğu her mekân bir dershane sayılırdı. Ders yapmak isteyen, nerede olursa olsun cebinden veya çantasından kitabını çıkarır, dersini yapardı.

O gün biz de Üstâdımızın muazzez ruhunun müsterih olduğuna inanarak, sokakta ders yapmak sûretiyle vatan sathının bir mektep olduğunu göstermeye çalıştık.

Bir zamanlar ışıktan rahatsız olanlar Nur Talebelerine dünyayı zindan etmek istemişlerdi ama, “Onlar ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Halbuki, kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır” (Saff Sûresi: 8) âyet-i kerimesinin hakikati her yerde tecelli ediyordu.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*