Yedi hurmanın bereketi

“Besmele, ekmeğimizin bereketiydi.”

Bismillah ile, selâm ile, duâ ile… Bugünlerde aramızdan ayrılan dostlarımıza, ebedî yolculuğun kapısını çalanlara duâlar olsun. Bizden evvel giden ahbaba selamlar olsun. Rabbim mekânlarını cennet eylesin inşallah…

Bereket, öyle bir sırdır ki, ne akıl anlar, ne göz tartar. Sadece hissederiz, yaşarız onu. Rakamlar, sayılar biter orda. Hadde hesaba gelmez. Saate, zamana hiç…

Bir avuç yiyecek, bir orduya yeter de; bir sofra dolusu nimet, kıymet bilmeyene yetmez. Bir ömür, kısa ya da uzun olsun, bereketle çok olur. Ömrün içine bereket girerse, o bereket ömrün mayası olur, ömre ömür katar.
Bizim enişte fırıncıdır. Sordum kendisine bu sabah:
“Ne kadar ekmeğe, ne kadar maya katarsınız?” diye.
Bir çuval (50 kilo) una 250 gram maya kattığını söyledi. Yani 170 tane ekmeğin mayası, bir avuç.
Bir sohbet, bir söz, bir yazı, Allah için oldu mu, o da bu bereketten nasibini alıyor.
Asr-ı Saadet’te de böyle değil miydi? Hatta ve hatta hamur az olsa da, maya çok fazlaydı o asırda. Onun için, ortaya çıkan mahsulât bereketliydi. O devrin mü’minleri, gözü pek ve kuvvetliydi. Ruhları Resulullah’ın (asm) sohbetiyle, duasıyla mayalanmıştı. Onlar için göze alınmayacak hiçbir şey yoktu. Hz. Peygamber’in (asm) her sözü, Kur’ân’ın her âyeti, onların âlemlerine nur ve rahmet saçarken, gönüllerine de hayat bahşediyordu. Onlar, bundan zevk ve feyiz alarak coşuyordu. Düşmanlarının kalbi de gittikçe katılaşıyordu.
Varlıklara can veren, hayat getiren rahmet, elverişli yerlerde güller açtırır, sümbüller kokturur, çiçeklerle bezer oraları. Kabiliyetsiz çorak toprakların nasibi ise hüsrandır. Onların tuzunu, çorağını arttırır.
Bereket böyledir işte. Aynı otlakta yayılan iki ceylanın yediği, birinin göbeğinde misk olur, diğerinin içinde ise yalnız gübreye dönüşür.
“Arı su içer bal akıtır, yılan su içer, zehir döker.” (Münâzarât, 121)
Aynı ırmağın kenarında, aynı su ve topraktan gıda alarak büyüyen iki kamıştan birinin içi şekerle dolar, diğeri ise bomboş bir kaval olarak kalır.
Ömrün en bereketli çağları, bazen gençlik yılları olur, bazen de ihtiyarlık yılları. Ne mutlu o kimseye ki, gençlik çağını ganimet bilir de, Rabbine karşı olan borcunu ödemeye çalışır.
Ele geçen günü ganimet bil ey nefsim! Sakın ‘Yarın gelsin de yaparım’ deme. Nice yarınlar geçti. Nice günler geçti. Elde fırsat, elde hayat, elde imkân varken, ekim zamanı geçmeden uyan, kulluğa ve hizmete koyul.
Besmele ki, ekmeğimizin bereketiydi. Besmele ki, işimizin, aşımızın da bereketiydi. Besmele ki, ömrümüzün de bereketiydi.
Topu topu bir iki saatlik bir ders, bir sohbet dinleriz. Ama o günün ya da o gecenin mayası olur o ders, o sohbet, meyvesi olur. Hayatımızda nice hayırlı kararların alındığı ve uygulandığı bir an olur.
Koca ağaca bir yıl katlanırız vereceği meyveler için. Topu topu o bir avuç meyve için. Bazen de hiç vermez ya… Çünkü vermek ağacın elinde mi? Verirse kudret-i İlâhiye o gayb hazinesinden, tablacı hükmünde olan ağaç da uzatır ellerini, ellerindeki o en güzel meyvelerini, o en harika gayb hediyelerini.
Meyveyi ağaçtan bilmemek, meyveyi Allah’tan bilmek, en büyük bereket değil midir?
Evet, bizim gördüğümüzün dışında bir manevî yasa, bir ilahî kanun vardır bu dünyada. Onunla yürür işler. Onunla güzelleşir ömürler. Berekettir o, bereket! Ne göz tartar, ne akıl anlar. İnsan saymaya kalksa, afallar. Bereketin hesabını yapacak, onu ölçebilecek bir alet keşfedilmedi henüz.
Bereketin artmasına her asırda, her günde ve hele şu zamanda çok daha fazla muhtacız. Maaşların artmasını, kesat giden işlerin açılmasını ve hizmetlerin yolunda gitmesini istediğimiz kadar, bereketin de artmasını istememiz gerekiyor.
Evet, azın bereketi çok olur. Aza kanaat eden, zengin olur. Rahmetin en güzel hazinesi olan şükrü yaptığı için bereketi bulur.
Şükür ki, verilen her nimetin yerli yerinde kullanılmasıdır. Hayat, kuru bir gayret olmaktan çıkar. Başıboş koşuşturmalardan uzaklaşır adımlar. Hayat, bereketle hareketlenir. Hayat o zaman hayat olur, hedefini bulur. Bereket kesildiğinde, ruh çıkmış, hayat gitmiş gibi, bir şeylerin eksildiğini hissederiz hayatımızdan. Süt gibi kesilir. Süt kesilince lor olur; hayattan bereket eksilince, hayatın tadı kaçar, hayatın gayesi yok olur.
Geçen gün hizmet binamızın içinde çalışan ustalar, sular kesildiği için paydos ettiler. Sesler bir anda kesildi.
Bereket de böyle bir şey. Hayatımızın içindeyken pek anlamıyoruz. Çekilip gittiğinde de kuru kavak, orta yerde kalakalıyoruz. Bereket, hayatımızın her şeyidir.
Bir şeyler ters gitmeye başlayınca anlarız. Bereketin önemini işte o zaman anlarız.
Delikli cepte para durmaz. Ne girerse girsin, delikli cepte durmaz; dökülür gider. Bereket mayadır. Azı tutar, çok eder. Mıknatıs gibi demiri kendine çeker.
Zamanın bereketli olmasını niyaz ediyoruz Rabbimizden. O zaman bir ömre bile sığmayan işler, o bir ana sığabilir.
“Hem bâzan olur ki, bir tek kelime, bir tek tesbih, öyle bir saadet hazînesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bâzı hâlât oluyor ki, birtek âyet Kur’ân kadar fayda verebilir.” (Sözler, 314)
Bunu bereketten başka neyle izah edebiliriz? Hakkına razı olanların payına düşen, az da olsa, çok olur. Hakkına razı olmayanların payına düşen, çok da olsa, az olur. Elindeki nimete şükredenlerin ve onu ihtiyaç sahipleriyle paylaşanların verdikleri bitmez, azalmaz. Çünkü bereketin musluğu kapanmaz. Berekette bir sır vardır ki, azı çok eder. Veren el vermeye devam ettikçe, Allah da o ele vermeye devam eder.
Hastalardan, yaşlılardan öğreneceğimiz çok şeyler var. Az maaşla ama çok bereketle geçinenlerden alacağımız çok dersler ve ibretler var. Dikkat ile, niyet ile, gayret ile, bereketi hayatımıza katalım. Hayatımızı mayalayalım inşallah.
Besmele ki, ekmeğimizin bereketiydi.
Bizden uzaklaşıp nereye gittiyse, o bereket, yine dönsün, gelsin aramıza. İşlerimize, hizmetlerimize yeniden bir ruh ve hayat katsın.
Bir parça ihlâs, nasıl ki bu nuranî hizmetin hak olduğunu gösterir ve ispat ederse, bir parça bereket de hayatımızın hayatı olur, hayatımıza hayat ve anlam katar.
Bereket varsa bir ömrün içinde, kısa da olsa o ömür, o hayat uzun olur. Bereket yoksa, uzun da olsa, o ömür kısadır. Ömürler de böyledir, günler de böyledir. Günler, ömürlerin minyatürüdür.
Berekete çok muhtacız. Sık sık söylerdik bir duâ cümlesi olarak eskiden: “Allah bin bereket versin. Maşallah barekallah.” derdik. Dilden değil, gönülden söylerdik. Çünkü söylemeyince bir şeylerin eksildiğini hissederdik. Bereketin kaçmaması için çaba sarf ederdik. Duayla onu baş tacı ederdik.
Her şeyde görünen bereketin izini sürmeliyiz. Bereketsiz işlerden elimizi çekmeliyiz. Bereket nereye gittiyse, onu tekrar dünyamıza dâvet etmeliyiz.
“Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et!” (Mektubat, 119)
Hayatımıza inceden inceye tefekkürü sokan, Allah sevgisini katan, düşüncemizi ve ömrümüzü bereketlendiren ey Hazreti Üstadımız, binler rahmet duası sana, milyonlar selâmlar sana…
Asr-ı Saadet’ten bir bereket mu’cizesi ile yazımızı da bereketlendirelim inşallah:

Tebük Gazvesı’nde
Çoğalan Yedı Hurma
İrbâd (r.a) anlatıyor: “Gerek barış, gerekse savaş anlarında Resûlullah’ın (asm) kapısından ayrılmaz, Onun bana vereceği emirleri yerine getirmek için beklerdim. Tebük’te iken bir gece ihtiyacımız dolayısıyla bir yere gitmiştik. Geri döndüğümüzde Resûlullah (asm) ve diğer sahabiler akşam yemeklerini yemişlerdi. Resûl-i Ekrem (asm):
‘Akşamdan beri neredeydiniz?’ diye sordu. Ben de durumu izah ettim. Biraz sonra Cuâl b. Sürakâ ve Abdullah b. Mugaffel el-Müzenî de çıkageldi. Yemeğe katılamayan üç kişiydik ve üçümüz de çok açtık. Bunun üzerine Resûlullah (asm), hanımı Ümmü Seleme’nin (r.anha) çadırına girdi ve yiyebileceğimiz bir şey aradı; ancak hiçbir şey yoktu. Sonra Bilâl’e (ra) seslenerek:
‘Yiyecek bir şey var mı?’ diye sordu. Bilâl (ra) deriden mamul erzak çıkınlarını silkeleyerek bir şeyler var mı diye bakmaya başladı. Sonunda çıkınlardan toplam yedi tane hurma çıkmıştı. Resûl-i Ekrem (asm) bu hurmaları yayvan bir tabağa döktü. Ardından ellerini hurmaların üzerine koyarak besmele çekti ve:
‘Bismillah deyin ve yiyin’ buyurdu. Bizler de yemeye başladık. Hem yiyor, hem de çekirdekleri sayıyordum. Benimkisi elli dört tane olmuştu. Bir elimle hurmaları ağzıma götürmeye hazırlanırken, diğeriyle de çekirdeklerini çıkarıyordum. Diğer arkadaşlarım da benim yaptığımı yapıyorlardı. Onların her biri ellişer hurma yemişlerdi. Artık doymuştuk ve ellerimizi çektiğimizde tabağa konulan yedi hurma olduğu gibi duruyordu.
Resûlullah (asm):
‘Ey Bilâl! O hurmaları çıkının birine koy.’ buyurdu. Ertesi gün olunca Resûlullah (asm) o hurmaları tekrar bir tabağa koydu ve:
‘Bismillâh diyerek yiyin’ buyurdu. Bizler de besmele çektik ve doyuncaya kadar yedik. On kişi kadardık. Yemeği bıraktığımızda hurmaların yine hiç eksilmemiş olduğunu gördük.
Resûlullah Efendimiz (asm):
‘Eğer Rabbimden hayâ etmeseydim, sizin her biriniz Medine’ye varıncaya kadar bu hurmaları yerdi de yine bitmezdi.’ dedi.
Medine’ye vardığımızda küçük bir çocuk bizi karşıladı. Resûl-i Ekrem (asm) bu yedi hurmayı ona verdi. Çocuk hurmaları yiye yiye yanımızdan ayrıldı.” (Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, s. 180; Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6/116.)
***
Mu’cizeler, inananlar için vardır ve ona inananlarla beraber yaşar. Bereketten nasibimiz de, ona inandığımız ve onu hayatımıza aldığımız kadardır.
Bereketli ömürler, bereketli günler duâsıyla. Bereketli duâlarınızı bekleyerek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*