Âhir zamanda Peygamberle yaşamak

İNSAN, Allah ile ‘fitnet-i âhiri’z-zaman‘ arasında gelgitlerde. Modern zamanların âlûde zihinli çocuğu bazen -vakta ki- pamuk ipliğini ‘hablü’l-metîn’den daha ziyâde kavî görüyor. Lâkin gelen hezimet -kavî görülen- o zaif pamuk ipliğinin ne derece kudret ve basîretten uzak olduğunu gösteriyor.
Nefse hizmeti ve hezîmeti göstermek âhir zamanda daha ziyade zorlaşıyor. Miyop olan nefs uzağı göremiyor. ’Karıncalı çeken’ bir hayalât ve vehmiyât, âhirzamanda dîni ötekileştiriyor; dîni uyulan değil de ‘uydurulan’ olmaya doğru itiyor. Hayata uydurulan dîn mi, dîne uydurulan hayat mı, karar verse de ikrar eyleyemiyor insan.

Şairin -kıbleyi göstermiyor şehir haritaları-1 dediğine eklediğimiz modern zamanların/modern insanın “kıblesizlik damarı”… Kansızlık –vaktâ ki- damarda asılı duran; secdesizlik, seccâdesizlik, Muhammedî hâletten uzaklık canımızdan cânı/kanı çeken.
Peygambersiz, sünnetsiz, kabirsiz ve zemzemsiz gayesiz yaşama senaryoları: Başrolde –evet, şahsî hayatında- insan var. Rejide desise-i şeytan ve peygamber tekbirleri… Modern zaman seyirciye önem veriyor.

-Heey ins! Sergile oyunlarını/entrikalarını bu rol/yol uzun.

Şeytan müflisâne gülüyor “Hayır“ diyecek sonra. ”Hayır! Bu çektiğin perdeler senin kalbine inecek.”

Dünyâ perdesini aralayınca, göz perdesi setredilmeyince, dünyâ mührünü vuruyor kalbe.

Zihin peltek: Bir ‘elif’ çekip “Allah!” diyemiyor; “şın” ile şeytana yakın/yakîn oluyor. Evet zihin peltek, kalp pelte pelte açılmıyor; perde perde: ‘Summum bukmun umyun’2 oluyor; devâmı “fehum lâ yerciûn..” Sonra… diyor Hak Teâlâ: “Mine’s-semâi fîhî zulumâtu’v-ve ra’du’v-ve berku’y-yec’alûne fî ezânihim…3 ”dir hâlleri: “Şiddetle boşanan karanlıklı, gök gürültüsü ve şimşekli bir yağmura tutulmuş yolcuların misâli…”
Haritalar, kıbleyi hangi yönden görüyor bilmiyorum, ama modern insan ibresiz, pusulasız, bir şeye teveccüh etmeden yaşıyor zamanı. Kıblesizlik damarı hayata gaye/mânâ sekerâtı getiriyor her hâliyle.

Bedî’nin “rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gâyet müthiş ve mânevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyâdan serâya, kâh seradan süreyyâya..”4 dediği hâletin belki de milyon derece ziyadesinin altında ezilen insan, Bediüzzaman’ın meselenin devamında zikrettiği rehberi göremiyor, bu sebepten milyon derece daha ziyade fırtınalara dûçâr oluyor.

Bedî’nin “gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi hadsiz zararlı zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde” diye nitelediği ‘sünnet-i seniyye’ modern insana ‘dağdağalı fırtınalar’ içinde en elzem bir pusula, ibre…

Kalp gözü-–modern tutulmalarla—küsûf görse de, kalp dili küflense de ciddî iştiyakla sünnet pusulası Târık-ı zulümâtı kat edecektir İnşallah.. Meselenin âhirinde devamla “Sünnet-i Seniyenin o vaziyete temas eden mes’elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yani “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit Sünnete yapışsam; yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum” diyor Bedîüzzaman.
Yani mesele, Rehber-i Ekmel (asm) olan dürr-i yektâyı rehber edinmek. Yani hablü’l-metîn’i kavî görmek; ona kavî yapışmak ve Kur’ân-ı Nâtık olan Hz. Peygamber’le (asm) yaşamakla alâkadar… ‘To be or not to be’ meselesine en ziyâde merhem, ‘Hz. Peygamber gibi yaşamak, Muhammedî olmak..’

Dipnotlar:

1. İstikamet / M. Fatih Kutan – Yumuşak G dergisi
2. Summum bukmun umyun fehum lâ yerciûn: “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden dönmezler” (Bakara, 18.)
3. Bakara, 19.
4. 11. Lem’a, 3. Nükte.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*