Beşer zulmeder, kader adalet eder…

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinden öğrendiğimiz güzel sözlerden biri de budur. Onun, altın harflerle yazılacak birçok sözünden biri olan bu cümle, gerçekten çok enteresandır.

Memleketi neredeyse bir aydır sarsan şu son hadiselerden dolayı, bazı arkadaşlarımız bize ”niye bununla alâkalı yazmıyorsun?” diye soruyorlardı. Biz de, bu konuya, değişik bir açıdan bir şeyler yazalım dedik.

En büyük gayesi, ilâ’yı kelimetullah’ın ikâme edilmesi olan üstad, eğer Türkiye’deki Müslümanlar tarafından çok iyi tanınıp, anlaşılabilseydi, birçok sıkıntılar başımıza gelmezdi. Şu son hadisenin bir tarafında bulunanlar; üstadın ilminden istifade edip, kaynak, me’haz göstermeden, bir cihetle kendi ilimleriymiş gibi gösterip, ondan sonra da, bir bütün olan, küll olan, üstadın fikir ve düşüncelerinden inhiraf edip, kendilerince, kafalarınca bir rota çizip, o minval üzre gitmeleri, bir cihette, hem üstada, hem onun davasına, gölge etmeleri, ondan sonra da, hangi akla hizmettir veya kime hizmettir bilinmez, aslı, esası bozulmayacak bir koca külliyatın genleriyle oynayıp, kuşa çevirmeye çalışma fiiliyatları ile, buna mümasil bazı istikametten uzaklaşan tavırlar, işte bu “beşerin zulmetmesi” nin bir bölümünü teşkil ederken, diğer yandan, hadisenin diğer tarafı da, yıllarca, umumun malı olan dini, inhisar altına almayıp, onu alet etmemiş olsalardı, Bediüzzaman’ın o konulardaki sözlerine kulak asmış olsalardı, hem binlerce, milyonlarca dindar insanın yanlış yapmasına vesile olmaz, hem de, şimdiye kadar şer kuvvetlerce başımıza gelen zalim hareketler, belki de yol bulup, gelerek kapımızı çalamayacaktı. Hani 28 Şubat hain hareketinden sonra, duvara toslayınca, o cihetten mühim bir zatın “Biz Bediüzzaman’ın sözünü dinlemeliydik” pişmanlığına düşmeden akıllıca hareketler yapılsaydı vaziyetler çok çok daha iyi olurdu.

Ama ne yaparsın işte… Maalesef, bu zamanda büyük bir hayırhahımız ve asrımızın en büyük İslam âlimi olan Bediüzzaman’ı, skolâstik bataklığa saplanmış medrese hocalarıyla, normal bir tarikat şeyhiyle bir tutup, onu kulak ardı etmeselerdi ne olurdu? Çoktan İslam davasının sancağı burçlara dikilirdi. Millet rahat ederdi, memleket rahat ederdi. O zaman, ne şu son hadiseler meydana gelir, ne bilerek, bilmeyerek, “beşerin zulmetmesi” irtikâp edilirdi. Ne de, Allah-u âlem, kader adalet ederdi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*