Bir Muhakemat dersinden hisseme düşenler

alt

Bu günlerde çok düşünüyorum. İstemekleri… İstediklerime vasıl olamamayı… Zira vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi… Peki o halde istemeyi vermişse, istediğimi neden vermiyordu? Çok düşündüm… Hâlâ da düşünüyor ve soruyorum!

Ve her zamanki gibi, herşeyde olduğu gibi yine Üstadım cevap veriyor. Hem de Muhakemat’la…

İkinci Maksat’tan okuyorum:

“Şöyle ki: Adem-i abesiyet ve hakaik-i eşyanın sübutiyetleri imâ ediyor ki: Bu dar ve mahsur ve herbir lezzetinde çok a’razın müzahametiyle keşmekeş ve tehasüdden hâlî olmayan şu dünya-yı deniyye içinde kemâlât-ı insaniye yerleşmez. Belki geniş ve müzahametsiz bir âlem lâzımdır. Tâ insan hakkıyla sümbüllensin ve ahvâl ve kemalâtına nizam vermekle, nizam-ı âleme hem-dest-i vifak olabilsin.”

Evet özetle bu âlemin benim istek ve arzularıma kâfi gelemeyeceği ve beni asla tatmin etmeyeceğinden bahsetmiş Üstad. Düşünüyorum enfüsî âlemimde!..

“Öyle mi?” diyorum; “Evet, öyle” diyor letaifim! Zira istediklerimin sonu yok, haddi yok, müzahemeti çok. Zira bazen mutlu olunca insan daha o anda bile “Acısı çıkar bunun” demeye başlıyor. Çünkü birazdan biteceği korkusu, o lezzeti eleme çeviriyor. Bir üzüm yedirir on tokat vurur ya, o hesap…

Bu dünya lezzet yeri değil hizmet yeriydi. Bunu unutmuştum belki… Ve bu dünya kendini ucuza satmaz, pek pahalı düşüyordu..

Peki buna rağmen, yani bu dünyada asla isteklerimin tam manasıyla gerçekleşmeyeceğini bilmeme rağmen, neden hâlâ istiyorum ve olmayınca üzülüyorum diye soruyorum kendime..

Ve yine cevap Üstad-ı muhteremimden geliyor: “Fakat burada istediğim nokta: İnsandaki istidat ebede nâzırdır. Eğer istersen insaniyetin cevherine ve natıkıyetin kıymetine ve istidadın muktezasına teemmül ve tetkik et. Sonra da o cevher-i insaniyetin en küçük ve en hasis hizmetkârı olan hayale bak, gör, yanına git ve de: ‘Ey hayal ağa, beşaret sana! Dünya ve mâfîhânın saltanatı, milyonlar sene ömürle beraber sana verilecektir. Fakat âkıbetin dönmemeksizin fenâ ve ademdir.’ Acaba hayal sana nasıl mukabele edecek? Ayâ, istibşar ve sürur veyahut telehhüf ve tahassürle cevap verecektir? Ecel, neam, evet, cevher-i insaniyet a’mak-ı vicdanın dibinde enîn ve hanîn edip bağıracak: ‘Eyvah, vâ hasretâ saâdet-i ebediyenin fıkdanına!’ diyecektir. Hayale zecir ve ta’nif ederek, ‘Yahu! Bu dünya-yı faniyeyle razı olma!’”

Yani fıtratıma yerleştirilen istidat çekirdekleri vardı ve onlar ebede sonsuzluğa namzetti. İşte onların tamamını burada sümbüllendirmek mümkün değildi ve öyle de… O halde sonsuz bir zamanda bu istidatların yeşereceği bir âlem var ve oraya doğru son hız gidiyorum ve gidiyoruz… Ve o istidatlar sümbüllenmek istiyor ve burası buna imkân vermiyor.

İşte anlıyorum ki, isteyip isteyip verilmemesi bundandır ki burada tattırıp orada yedirmek istiyor. Ve Sekizinci Söz geliyor aklıma… Hani o kuyuya düşen ve bir ağaca asılıp kalan o adam var ya.. İşte o akılsız adam etrafındaki olumsuzlukları unutmak için o ağaçtaki meyvelerle kendini oyalıyordu. Halbuki o ağaç tatmak için verilmişti. İleride ya daha iyisi ya daha kötüsü verilecekti…

Burada doymak yok tatmak vardı. Ben de tattım ve doymak istedim… Ama olmadı, olmayacak da. Tâ ki o vakte kadar. O vakitse sınırsız olarak isteğim ne varsa olacak… Öyleyse mânâsız üzülme ve ümitsizlik niye? Hizmetini gör, ücret için vaktini bekle diyorum nefsime..

Ebedî bir âlemde sonsuz emellerin seni bekler. Şart o ki vazifeni güzel gör, nazarını hep oraya yönlendir. Dünyanın fani lezzetlerine aldanma. Burayı bir yolcunun gölgelenmek için durakladığı ağaç altı olarak düşün geç git.

Ve ebede giden bu uzun ve meşakkatli yolculukta rehberin Kur’ân, önderin Resulullah (asm) ve yoldaşın Bediüzzaman olsun. İşte o yolda hiçbir engel seni alıkoymaz.

İşte bu dersi alınca elemlerim ümide kalboldu. Ve dedim: Allahım istiyorum… Verdiğine burada da, orada da razıyım. Ne gelirse Senden geldiği için istiyorum Hz. Eyyüb gibi..

Madem ki vaad ettin, öyleyse haktır. Ve Senden duâm şu ki: Resulullah (asm) ve Üstadımız Senden dinde, dünyada ve ahirette ne istemişse hepsini istiyor; nelerden Sana sığınmışsa hepsinden Sana sığınıyorum. Ey Merhametlilerin En Merhametlisi Allahım! Âmin, âmin, âmin..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*