Şüphesiz böyle bir zamanda, en çok merak edilen, vahiy eksenli semâvî bir bakış… Bu perspektiften getirilen çözümler… Şahsî, indî, sınıf ve ırk gibi dar çerçeveli, taraflı, kısa ve kâsır mütalâa ve görüşlerden uzak… Hepsinden yukarıda İlâhî ve Nebevî şaşmaz, şaşırtmaz ve güvenilir bir nazar… Bu sebepledir ki çağın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman Hazretleri gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ Lâhikası’nın sonunda geçen “Son Ders”i bu açıdan bakıldığında, değişen devirler ve tahammülü imkânsız şartlara rağmen tavizsiz geçen koca bir ömrün, mücahede ve yaşantının, takva ve gayretin, ihlâs ve samimiyetin kısa bir özetidir. Bin küsûr yıldır biriken meselelerin ve hastalıkların tedavisi için Kur’ân eczanesinden süzülmüş bir reçetedir. Her biri bir kitap kadar meseleleri ve çareleri ihtivâ eden maddeleri özet olarak anlamaya çalışacağız.
MÜSBET HAREKET
Son dersin ilk maddesi “Müsbet hareket”tir. Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”
Bu ifadenin prensip hale getirildiği ne “Yeni Said” döneminde, ne de dersin verildiği dönemde terör ve anarşi gibi kavramlar çok bilinmiyordu. Menfî hareketlerin sebep olduğu tahribatın boyutları da çok küçüktü. Ancak çok kısa bir zamanda öyle bir dönem geldi ki, terör ve anarşi bütün dünyayı kasıp kavurdu. Evet, tarih boyunca insanlar anarşiden hep zarar gördüler. Ancak hiçbir dönemde bu zamandaki kadar teröre kurban verilmedi. Komünizmden devlet terörüne, menfî milliyetçilikten soğuk savaşlara kadar öyle bir şiddetle geldi ki, aileleri, devletleri, milletleri ve kıt’aları parçaladı ve birbirine düşürdü. Dünyanın öbür ucunda atılan bir slogan bile burada binlerin hayatına mal oldu. Terör şer güçlerin hem silâhı oldu, hem de toplumları köleleştirmek için bahaneleri oldu.
Müsbet hareket bu silâh ve bahaneyi hem onların elinden almaktır, hem de mazlûmlara ve çaresiz topluluklara bir sığınak sağlamaktır. Ahirzamanın beklenen şahsının en mühim vazifesi de bu değil midir?
MİMSİZ MEDENİYET
Bediüzzaman Hazretleri ikinci bir tehlikeye daha dikkat çeker: Batının sefih medeniyeti. Kapitalistleşmeden eğlenceye, menfaatten gösterişe kadar birçok araçla aileler ve toplumlar içten prangaya alınarak bir nevî köleleştiriliyor. Deccal ve Süfyanın mühim silâhlarından birisi de budur. Yüz binlerce kişilik düşman ordularının, tankların ve topların yapamadığını daha kolay ve daha kalıcı şekilde yapıyorlar. Bin yılda büyük gayretler ve fedakârlıklarla kazanılan haklar ve değerler hasis dünya menfaatleri uğruna tek tek kaybediliyor. Toplum yavaş yavaş dönüştürülüp düşmanı ile entegre hale getiriliyor. Kaybedilenler klâsik savaşlarda olduğu gibi sadece dünya hayatı değil, ebedî bir ahiret hayatı. Aynı derste, bu tehlike şöyle özetlenir: “Hükm-ü Kur’ân’a göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin îcabatından olarak hacat-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla hacat-ı gayr-ı zaruriye, hacat-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, zaruret var diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.”
MÜSLÜMANLAR DİĞERLERİNDEN FARKLIDIR
Batıyla çeşitli kademelerde irtibatı olanların en büyük hataları İslâmiyet ile diğer dinleri kıyaslamaları ve aynı çerçevede değerlendirmeleridir. Son ve eksiksiz bir dini, tahrif olmuş ve hükmü nesh olmuş dinler ile mukayese ederek güya çözüm getirmeye çalışmışlardır. Yüz, yüz elli senelik Batılılaşma macerası sefaletten, kargaşadan ve sömürüden başka bir şey getirmemiştir. Elden kalanlar ve az miktarda kazanılanlar da millî ve manevî değerlerin muhafaza edilmesi sayesindedir. Bediüzzaman Hazretleri aradaki farka şu ifadelerle dikkat çeker ve ikaz eder: “Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan Bolşevik gibi olmak… Çünkü bir İsevî Müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever. Bir Musevî Müslüman olsa, Musa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimâîyeye bir zehir olur.”
Batıda, Uzak Doğuda terör ve benzeri meseleler neredeyse bitmesine rağmen İslâm coğrafyasında hâlâ kan, zulüm ve kargaşanın devam etmesi, İslâm’dan uzaklaşmakla bozulan ve zehirlenen vicdanların topluma yansımasıdır.
Aynı bahiste çareye dikkat çekilir: “Onun için Cenâb-ı Hakk’a şükür Kur’ân-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i Kur’ânîyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve on altı sene evvel altı yüz bin adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek Risale-i Nur; beşeri anarşistlikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’ân’ın kanun-u esasîlerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.”
BENLİK VE ENANİYETİ TERK ETMEK, İHLÂSI KAZANMAK
İnsanların ekseriyeti zihinlerini afaka dağıtarak kalblerini esir alan hastalıkları unutmuşlardır. Ezici çoğunluk, zorbalara, diktatörlere, hak-hukuk dinlemeyenlere, Nemrutlara, Firavunlara ve Karunlara hep karşıdır, ancak kalplerinin bir köşesinde onlara bir yer ayırmaktan da bir türlü kurtulamazlar. Bu sebepledir ki zulüm devam eder.
Son derste zamanın en önemli hastalığına dikkat çekilir: “Bu zamanın bir hastalığı daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştihası, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası: Benlik, enaniyet, hodfüruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin… Madem mesleğimiz a’zamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a’zamî ihlâsın iktizasıdır.”
CİHAN HARBİNE BEDEL NAMAZ VE KUR’ÂN HİZMETİ
Bediüzzaman Hazretleri namaza, cemaate, Kur’ân-ı Kerîm’in esrarını keşfetmek için yaptığı ilmi çalışmaya ve hizmete o kadar çok ehemmiyet verir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda dahi hiçbirini tehir etmez. Bu konudaki soruya iki husus ile cevap verir:
“Birisi: Âlem-i İslâmiyetin en acib harbi olan Bedir Harbi’nde, namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düşmanın hücumu ile beraber mücahidlerin yarısı silâhını bırakıp cemaat hayrına şerik olmak, iki rek’ât sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm bir hadîs-i şerifiyle emretmiş olmasıdır. Madem harbde bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrı da sünnet olduğu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hâdise-i dünyevîyeye tercih edilmiş. Üstad-ı Mutlak’ın böyle bir işaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh u canımızla ittiba’ ediyoruz.
“İkincisi: Kahraman-ı İslâm İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü Celcelutiye’nin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiş ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düşmanları tarafından ona bir hücum manası hatırına gelmemek, sırf namazdaki huzuruna pek çok olan düşmanları tarafından bir hücum tasavvuruyla namazdaki huzuruna mani’ olunmamak için bir muhafız ifriti dergâh-ı İlâhîden niyaz etmiş.”
Evet, “Son Ders” iki dünya saadetinin kıyamete kadar bâki bir reçetesi ve anahtarı…
Benzer konuda makaleler:
- Asr-ı Saadetten gelen emir…
- Bediüzzaman’ın zaferi ve ‘Müsbet hareket’
- Üstad Bediüzzaman’ın en son dersi
- Bediüzzaman, zaferini “müsbet hareket”e borçludur
- Bu çizginin adı müsbet hareket
- Güç odaklarıyla pazarlığa girenler
- Risale-i Nur içtimâî reçeteler de sunar
- Zındıkanın kurduğu tuzaklar
- KKTC’de Nur’un bayramı
- Cihad-ı manevî (2)
İlk yorum yapan olun