Çocuk terbiyesinde şefkat

Şefkat acımak, yardım etmek demektir. İnsan merhamet, yani şefkat sahibidir. Bu duygu, annelerde hayatını fedâ edecek derecede zirvededir. Ancak, şefkatli olmak yetmiyor. Sınır ve ölçüsü de önemli. Şefkat, yerli yerinde ve dengeli kullanılmalı.

Şefkatin ölçüsünü de âlemlere rahmet olan Peygamberimiz (asm) yaşayarak ders vermiştir. Şefkatimiz, İlâhî şefkat derecesini aşmamalı. Eğer taşsa, merhamet ve şefkat değil, dalâlete ve ilhada (gerçek inançtan sapmaya) sirâyet eden (bulaşan) ruhî ve kalbî bir hastalıktır.1 Ayrıca fazla şefkat; elem, üzüntü sebebidir.

Meselâ, hayatını, ruhunu yavrusu için feda eden şefkat kahramanı anneler, kimi zaman ve yerde şefkat sınırını aşabiliyor. Ve bu yüksek duygularını çocuklarının aleyhinde kullanabiliyor! O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmesini nazara almıyor.2

Veya, çocuğunu, “Ay yavrucuğum, ne de mışıl mışıl uyuyor, bu soğukta uykusunu bölmeyeyim!” diyerek sabah namazına kaldırmıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, ahirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şikâyetçi olmayacak mı? Dünyada da, İslâm terbiyesini tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, masum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan ahiretini düşünmeyerek, muvakkat fânî şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun masum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir.3

Yine meselâ, insanlara, Müslümanlara veya hayvanlara zulmeden kişelere, “ifsat, zındıka ve dinsizlik komitelerine” hoşgörü ile yaklaşmak, zalimleri övmek, kucaklamak şefkatin sapmış hâlidir. İnkârcıların ve dinsizlerin sonsuza kadar cehennemde azap çekmelerine itiraz etmek, onlara acımak da böyledir. Zîra, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata büyük bir zulümdür. Rahmetin kaldırılmasına ve âfâtın (felâketlerin) inmesine sebeptir. Hatta, deniz dibinde balıklar bile, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye canilerden şikâyet ettikleri hadiste belirtilir. O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve onlara hadsiz merhametsizlik ediyor demektir.4

Evet, İlâhî şefkatten fazla şefkat, şefkat değildir! Diğer duygularımız gibi şefkati de yükseltmek, yönlendirmek, dengelenmek, yerli yerinde kullanmak irademize bırakılmış.

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 48.

2- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, 24. Lem’a, s. 462.

3- A.g.e., s. 463

4- Kastamonu Lahikası, s. 92

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*