Fahr-i Kâinat (asm) ne istiyor, dinleyelim

Image
Hakikat-i ubûdiyet-i Ahmediye (asm) içinde duâ eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (asm) ne istiyor; dinleyelim:

Bak: (o zât aleyhissalâtü vesselâm) Hem öyle Semî’ ve Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr ve Rahîm bir Alîm’den saadet ve bekâyı istiyor ki, bilmüşâhede en gizli bir zîhayatın en gizli bir arzusunu, en hafif bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Lisân-ı hâl ile de olsa icâbet eder.

 Öyle sûret-i Hakîmâne, Basîrâne, Rahîmânede verir ve icâbet eder ki, şüphe bırakmaz, o terbiye ve tedbîr, öyle Semî’ ve Basîr’e mahsus, öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hastır.

Acaba, bütün benîâdem’i arkasına alıp şu arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hulâsa-i ubûdiyetini câmi’ hakikat-i ubûdiyet-i Ahmediye (asm) içinde duâ eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (asm) ne istiyor; dinleyelim:

Bak: Kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, bekâ istiyor, Cennet istiyor; hem, mevcudât aynalarında cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. O esmâdan şefaat talep ediyor; görüyorsun.

Eğer âhiretin hesabsız esbâb-ı mûcibesi, delâil-i vücudu olmasa idi, yalnız şu zâtın tek duâsı, baharımızın icâdı kadar Hâlık-ı Rahîmin kudretine hafif gelen şu Cennetin binâsına sebebiyet verecekti.HAŞİYE1

Evet, baharımızda yeryüzünü bir mahşer eden, yüz bin haşir numunelerini icâd eden Kadîr-i Mutlaka, Cennetin icâdı nasıl ağır olabilir? Demek, nasıl ki onun risâleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi, “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâke” (Eğer sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım. / Hadîs-i kudsî: Keşfü’l-Hafâ, 2:164) sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubûdiyeti dahi, öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün akılları hayrette bırakan şu intizam-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at, misilsiz Cemâl-i Rubûbiyet, o duâya icâbet etmemekle, böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul etsin? Yani, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifâ etsin, yerine getirsin; en ehemmiyetli, lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın; hâşâ ve kellâ! Yüz bin defa hâşâ! Böyle bir Cemâl, böyle bir çirkinliği kabul edip çirkin olamaz.HAŞİYE2 Demek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, risâletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi, ubûdiyetiyle de âhiretin kapısını açar.

“Rahmân’ın dünya ve Cennetler dolusu salât ve selâmı onun üzerine olsun. Allahım! Kulun ve resûlün olan, iki cihanın efendisi, iki âlemin medâr-ı iftiharı, iki dünyanın hayat vesîlesi, dünya ve âhiret saadetinin sebebi, peygamberlik ve kulluk olmak üzere iki mânevî kanadın sahibi, ins ve cinnin peygamberi olan Habîbine, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere salât ve selâm eyle. Âmin.”

HAŞİYE1: Evet, âhirete nisbeten gayet dar bir sayfa hükmünde olan rûy-i zeminde had ve hesâba gelmeyen hârika san’at numûnelerini ve haşir ve Kıyâmetin misâllerini göstermek ve üç yüz bin kitap hükmünde olan muntazam enva-ı masnuâtı, o tek sayfada kemâl-i intizam ile yazıp derc etmek, elbette geniş olan âlem-i âhirette latîf ve muntazam Cennetin binâsından ve icâdından daha müşküldür. Evet, Cennet bahardan ne kadar yüksek ise, o derece, bahar bahçelerinin hilkati o Cennetten daha müşküldür ve hayretfezâdır denilebilir.

HAŞİYE2: Evet, inkılâb-ı hakâik ittifaken muhâldir ve inkılâb-ı hakâik içinde, muhâl ender muhâl, bir zıd kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde, bilbedâhe bin derece muhâl şudur ki: Zıd, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ, nihayetsiz bir cemâl, hakikî cemâl iken, hakikî çirkinlik olsun. İşte, şu misâlimizde meşhud ve katiyyü’l-vücud olan bir cemâl-i Rubûbiyet, cemâl-i Rubûbiyet mahiyetinde dâim iken, ayn-ı çirkinlik olsun. İşte, dünyada muhâl ve bâtıl misâllerin en acîbidir.

Sözler, s. 72, (yeni tanzim, s. 120)

LÜGATÇE:

Semî’: Herşeyi işiten Cenâb-ı Hak.

Basîr: Herşeyi gören Allah.

Arş-ı Âzam: En büyük arş. Allah’ın arşı; en yüce makam.

muhâl ender muhâl: İmkânsızlık içinde imkânsızlık.

inkılâb-ı ezdâd: Bir zıddın kendi zıddına değişmesi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*