Hapishanedeki Nurcular

Tarih bir çok hak ve hakikate hizmet edenleri hapishanelerde misafir etti.

Bediüzzaman’ın ilk hapis hayatı Osmanlının son zamanlarında Toptaşı ve bu günkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer, o dönemde Harbiye Nezareti olarak kullanılan mekânda 31 Mart hadisesi vesilesi ile konulduğu hapis yeri olmuştur.

Hapishaneler, Cumhuriyet döneminde de, Bediüzzaman’ın hayatında daima yaşanan hadiseler haline geldi.

Sürgün ve mecburî ikametler ile başlayan hayat serüveni, Eskişehir, Denizli ve Afyon Hapishaneleri ile devam etti.

Tabiî, Bediüzzaman ile beraber talebeleri de bu yolun yolcusu oldu.

Bu hallere Bediüzzaman “Böyle hürriyeti lâfızdan ibaret olan gaddar bir hükümetin en rahat yeri hapishanedir” diyordu.

Çekmediği eza ve ıztırap kalmamıştı.

Bu mekânlara sonra bir ad koymuştu:

“Medrese-i Yusufiye, Medrese-i Nuriye”.

Bazı mühim risaleleri de hapishane hayatında telif etmişti.

Otuzuncu Lem’a, Birinci ve İkinci Şuâ Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi…

Meyve Risalesi, Denizli Hapishanesinin…

Elhüccetü’z-Zehra Afyon hapishanesinin bir tatlı semeresi olmuştu…

Hapishanedeki mahkeme müdafaaları…

Hapishanedeki mektup ve lâhikalar ise ayrı bir hususiyet arz ediyordu.

120 talebesi ile Eskişehir hapsinde bulunurken, başsavcı Bediüzzaman’ı çarşıda görür, büyük bir tehevvür ile hapishane müdürüne:

“Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çarşıda gördüm” der.

Müdür de:

“Hayır efendim, Bediüzzaman hapishanededir, gidip bakabilirsiniz” diye cevap verir.

Bakarlar ki, Bediüzzaman yerindedir.

Bu hale hâkimler ve savcılar hayret ederler.

“Buna akıl erdiremiyoruz” diyerek hayret içinde kalırlar.

Yine Eskişehir Hapsinde bulurken, müdür bey, kâtip ile otururken bir ses duyuyor:

“Müdür bey! Müdür bey!”

Müdür bakıyor; Bediüzzaman yüksek bir sesle:

“Benim bugün mutlaka Ak Cami’de bulunmam lâzım.”

Müdür:

“Peki efendi hazretleri” diye cevap veriyor.

“Hoca efendi  her halde, kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor” diye söylenir ve odasına çekilir.

Öğle vakti Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim düşüncesi ile Üstadın koğuşuna gider, koğuşun penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok, görevliye sorar:

“İçerideydi; kapı da kilitliydi” cevabını alır.

Derhal camiye koşar, Bediüzzaman’ın ileride, birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyip, hemen hapishaneye döner. Hz. Üstad’ın “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapandığını hayretler içinde görür. (Bu hadiseyi bizzat o zaman ki hapishane müdürü anlatır.) (Tarihçe-i Hayat sh. 338)

Eskişehir hapsinin sebepleri malûm şeylerdi, hâkimler Tesettür Risalesi bahanesi ile Bediüzzaman’a dokuz ay ceza vermişlerdi.

Bu cezaya Bediüzzaman itiraz eder:

“Böyle bir ceza at hırsızına veya kız kaçırıcısına verilir” diyerek beratını veya yüz sene hapsini ister.

Talebeleri de muhtelif sürelerde hapis cezalarına çarptırılır.

Hapisten sonra, mecburî ikamete tabi tutularak Kastamonu iline sevk edilir.

Buradan sonra Âyetü’l-Kübra vesilesi ile Denizli Mahkemesine sevk edilerek, Denizli Hapishanesinde kaldığı zaman şiddetli bir zehir ile zehirlerler. Talebeleri oldukça üzgündürler.

Hafız Ali adındaki talebesi Üstadın bu haline oldukça üzülür.

Nur Talebelerinin bulunduğu koğuşa gelir, Nur Talebelerine:

“Şimdi  ben bir duâ okuyacağım, ona âmin demenizi istirham ediyorum”

Nur Talebeleri Hafız Ali’nin önünde toplanırlar, duâya başlar:

“Ya Rabbi! Üstadımızı bize bağışla, ona sağlık ve sıhhat ihsan eyle, benim hayatımı ona ver.”

Bu duâya bütün Nur Talebeleri hep bir ağızdan büyük bir samimiyet ile “âmin, âmin” derler.

O akşam Hafız Ali Efendi rahatsızlanır, ertesi gün hastaneye kaldırılır ve bir iki gün içinde ruhunu Rahmana genç yaşında teslim eder.

Bediüzzaman bu vefattan sonra iyileşir ve şöyle der: “Hafız Ali Efendi benim bedelime vefat etmiştir ve şehit olmuştur”

Daha sonra, risalelerin yeni harflerle de yazılması emrini Nur Talebelerinin bulunduğu koğuşa talebesi vasıtası ile duyurur, bu durumu bir talebesi kabullenemez:
“Yok kardeşim, bu risaleler Lâtin harfleri ile yazılamaz!” der.

Bu sözden sonra koğuşta derin bir sessizlik meydana gelir.

Bu defa Kastamonu Taşköprü ilçesinden, Osman Paşa’nın komutanlarından Sadık Paşa’nın torunu olan, Ilgaz dağlarının efesi Sadık Bey ayağa kalkar, celâlli ve gür bir ifade ile:

“Üstaddan daha ileri bir söz olamaz, o ne dedi ise o olacaktır, daha ilerisi yoktur” diyerek, risalelerin yeni harflerle de yazılmasına başlanır. Çünkü eski harfleri bilmeyen mahkûmların da Nurlardan istifadesi için bu bir ihtiyaç idi.

Hâkim Hasna Hanımın olumlu oyu ile berat ile neticelenen mahkeme sonunda Bediüzzaman ve talebeleri beraat ederler.

Bu defa Bediüzzaman, Afyon ili Emirdağ ilçesine mecburî ikamete tabi tutulur.

Daha sonra Afyon Mahkemesi dâvâ açar ve bir çok talebesi ile hapishane hayatı tekrar başlar.

Burada Türkiye’nin çeşitli vilayetlerinden Nur Talebeleri buradadırlar.

Has talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp kendisini ihbar ettirerek, o da hapishaneye girmiştir.

Eski ve yeni, genç ve ihtiyarlar heyeti tam bir kahramanlık göstererek harika müdafaalar yapmışlardır.

Bu haller, Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından sonra da devam etmiş, iki bine yakın dâvâ ile tarihe geçmiştir.

İşkenceler, baskılar, falakalar onları yollarından ayırmamıştır.

Girdikleri hapishane koğuşlarını bir üniversite kampusü haline getirmişlerdir.

Ve Risaleler galip gelmiştir.

“İnşallah bahtiyar müdürler ve memurlar o nurları ekmek ve ilâç gibi mahpuslara tevzi edeceklerdir” müjdeleri şu anlarda ve ileride devam edecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*