Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur.
Bütün hak tarîkler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. Yirmi Altıncı Söz’ün Zeylinden iktibas ettiğimiz bu cümlenin devamında da, yolların en kısası ve en selâmetlisi olan “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolu izah edilir, bu yoldaki hatvelerden yani adımlardan bahsedilir.
İkinci hatvede “külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmarenin muktezasıdır” denilir. Hizmet ifadesi burada bir misâl gibi gözükse de gerçekte konunun ve Risâle-i Nur’un önemli esaslarındandır. Konunun bütünüyle beraber düşünüldüğünde hizmet, kişiyi Cenâb-ı Hakk’a ulaştıracak bir hatvedir ve bir yoldur, katedilmesi gereken önemli bir merhaledir.
Hizmetin mânâsı da, sahası da tahminlerin ötesinde bir genişliğe sahip… İnsana hizmet, insanlığa hizmet, Allah’a ve Peygamberine (asm) ve onların dinine ve dâvâsına hizmet gibi uzayıp gidiyor. Yine insana ve insanlığa hizmet de; kısa ve fâni hayata hizmet olduğu gibi ebedî hayata hizmet olarak ufuklar kadar genişliyor. İnsanların ebedî hayatına hizmet denilince şüphesiz, mü’minlerin şefkatli nebîsi Hz. Muhammed’e (asm) hizmet de neredeyse aynı mânâya geliyor. Çünkü Peygamberimizin (asm) hizmetine girmeden gerçek mânâda insanlığa hizmet etmek de mümkün değil! Hakikî ve daimî olan bütün hizmet yolları oradan geçiyor.
Kendimizi unutmamak önemli… Her Nur Talebesi gibi biz de, bizi Cenâb-ı Hakk’a ulaştıracak bu kısa ve selâmetli yolda olduğumuzu en azından bu gayretin içerisinde olduğumuzu düşünüyoruz. Ancak bu yolun neresindeyiz? Bu yolda kalıcı olmak için ne yapmak gerekiyor? Kendimize en çok sormamız gereken soru bu! Gerçekte ihlâslı bir hizmet, bu yolun neresinde olduğumuzun önemli bir göstergesidir.
Bu bahiste her ne kadar yol ve hatvelere işaret eden âyetler ana hatlarıyla birbirlerine tekabül ediyorsa da, her bir hatvenin yolun tamamıyla ilgili yönleri de vardır. Zaten hatve de, adımdan biraz farklı olarak merdiven basamağı gibi bir sistematiği ifade eden bir tabirdir. Sistematiğe riâyet etmeden yolda ilerlemek mümkün değildir. Hizmet de aynı şekilde hem “acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu” için önemlidir, hem de dört hatve için önemlidir ve vazgeçilmezdir.
Cenâb-ı Hakk’a karşı kendini acz ve fakr içerisinde hisseden kişi elbette, benlik ve enaniyeti terk edecek, Cenâb-ı Hakk’ın ve Resûlünün hizmetine girecek ve kendisini hep hizmetkâr olarak görecektir. Kendisini acz ve fakr içerisinde hissetmeyenler ise hizmette zorlanacaktır. Burada yol ve hatvelerle ilgili olan tefekkür; acz ve fakrımızı idrak etme yönünde önemli bir unsurdur. Ne kadar gücümüz, kudretimiz ve imkânlarımız da olsa “Allah’a bakan yönü hariç her şey helâk olacaktır” mealindeki âyetin tefekkür edilmesiyle, her şey elimizden çıkıp gideceği fark edilecek ve benimsenecektir. Fâni ve geçici şeylere bağlanmak hem faydasızdır hem de gerçekte onlara hizmetkâr olmak demektir. Hâlbuki ebedî bir dâvâya hizmetkâr olmak ise ebedî bir saltanattır. Nitekim Mektûbât’ta ifade edildiği gibi Habeş padişahı Necaşî şöyle der: “Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir.” Dünya saltanatı ne kadar uzun da olsa en nihayetinde bir ömürdür. Ne kadar geniş bile olsa yeryüzü kadardır ve Cenâb-ı Hakk’ın şu gözümüzle gördüğümüz kâinat mülkünde bile bir toz zerresi kadar değildir. Ne kadar değerli ve verimli de olsa, âhiret yurduna göre çöl hükmündedir. Allah’ın Habibi’ne (asm) hizmetkârlık ise, ebedî bir âhiret saltanatıdır. Evet, sahabe, Peygamberimizin (asm) hem hizmetkârıydı, hem de arkadaşıydı. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” âyetiyle onun hizmetkârları ve sevenleri bâkî bir saltanatla müjdelendiler. Necaşi’nin gıpta ettiği gibi onlara verilen saltanat, padişahların dahi yetişemeyeceği kadar yüksektir.
Yolun önemli merhalelerinden olan şefkat de hizmetin vazgeçilmez unsurlarındandır. İnsanların özellikle ehl-i imanın imanlarını kurtarma hizmetinde vazife almak, onların hem dünya, hem de âhiret hayatlarını mahveden tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışmak şefkatin gereğidir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Eskişehir Hapishanesinde iken pencereden gördüğü liseli talebelerinin nasıl bir tehlikede olduklarını müşahede edince o yüksek şefkati ile gözyaşlarını tutamamıştır. Bu memleketin çocuklarının imanlarının kurtulması için her türlü eza ve cefaya katlanmıştır. Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretleri hizmetimizin önemli bir prensibi olan “müsbet hareket”in de esaslarından birisinin şefkat prensibi olduğunu ifade etmektedir.
İnsanın kendini unutması ve böyle bir cezaya müstehak olması dikkat çekicidir. Özellikle son birkaç asırda, ideolojik liderler parlatılırken, fertler iyice silikleştirilmiştir. Fertlerin hak ve hürriyetleri neredeyse tamamen ihmal edilmiştir. Her şey güya devlete feda edilmiştir. Yani insan unutulmuştur. İnsanı devletler ve toplumlar unuttuğu gibi fert kendi kendisini de unutmuştur, unutturulmuştur. Diğer çağlara nazaran nefsine en çok düşkün olan âhirzaman insanı maksadının aksiyle tokat yemiştir. Şimdi hikmetini öğrenmek için aynı bahsi incelemeye devam edelim. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de ferman ediyor: “Allah’ı unutup da, Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” Âyetten de anlaşılacağı gibi Allah’ın ve emirlerinin unutulması, tefekkürün terk edilmesi en nihayetinde fertlerin unutulması ve ihmal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu unutulanlara hizmeti de dâhil etmek gerekiyor. Unutulmanın en kötüsü ise, fertlerin kendi kendisini unutmasıdır. Maalesef günümüz insanı icad edilen bin bir türlü eğlence ve meşgale ile o kadar kalın bir gaflet perdesine bürünmüştür ki, hemen yakınına gelen bir musîbetten bile ders almamaktadır. Ölüm gelse başkasına verir, kendisine hiç sıra gelmeyecekmiş gibi düşünür. Hizmeti de hep başkalarının yaptığını düşünür. Hâlbuki her mü’min şu dünyada hem kulluk yapmakla hem de bu zamanın manevî cihadı olan iman ve Kur’ân hizmetiyle bizzat mükelleftir. Ömür sermayesi pek kısadır, geçip gidiyor. Bu dünya uhrevî bir ticaret ve manevî bir memuriyet yeridir. Hizmeti yapmanın mükâfatı büyük olduğu gibi terk etmenin de cezası şiddetlidir. Çünkü bu kâinat boşu boşuna yaratılmadığı gibi insana verilen binlerce cihaz ve duygular da hikmetsiz ve vazifesiz değildir.
İman ve Kur’ân hizmeti, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunun mühim bir esası ve neticesi olduğu gibi bu mukaddes yolun yolcusu olmanın da mühim bir sebebidir. Kendisini acz ve fakr içerisinde bilip şefkat hissiyle fedakârâne hizmete talip olmak bu yolda daimî olmanın ve muvaffak olmanın en önemli şartıdır. Ne mutlu, saltanatın fevkinde olan bu hizmetkârlığa talip olanlara!
Hizmetin mânâsı da, sahası da tahminlerin ötesinde bir genişliğe sahip… İnsana hizmet, insanlığa hizmet, Allah’a ve Peygamberine (asm) ve onların dinine ve dâvâsına hizmet gibi uzayıp gidiyor. Yine insana ve insanlığa hizmet de; kısa ve fâni hayata hizmet olduğu gibi ebedî hayata hizmet olarak ufuklar kadar genişliyor. İnsanların ebedî hayatına hizmet denilince şüphesiz, mü’minlerin şefkatli nebîsi Hz. Muhammed’e (asm) hizmet de neredeyse aynı mânâya geliyor. Çünkü Peygamberimizin (asm) hizmetine girmeden gerçek mânâda insanlığa hizmet etmek de mümkün değil! Hakikî ve daimî olan bütün hizmet yolları oradan geçiyor.
Kendimizi unutmamak önemli… Her Nur Talebesi gibi biz de, bizi Cenâb-ı Hakk’a ulaştıracak bu kısa ve selâmetli yolda olduğumuzu en azından bu gayretin içerisinde olduğumuzu düşünüyoruz. Ancak bu yolun neresindeyiz? Bu yolda kalıcı olmak için ne yapmak gerekiyor? Kendimize en çok sormamız gereken soru bu! Gerçekte ihlâslı bir hizmet, bu yolun neresinde olduğumuzun önemli bir göstergesidir.
Bu bahiste her ne kadar yol ve hatvelere işaret eden âyetler ana hatlarıyla birbirlerine tekabül ediyorsa da, her bir hatvenin yolun tamamıyla ilgili yönleri de vardır. Zaten hatve de, adımdan biraz farklı olarak merdiven basamağı gibi bir sistematiği ifade eden bir tabirdir. Sistematiğe riâyet etmeden yolda ilerlemek mümkün değildir. Hizmet de aynı şekilde hem “acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu” için önemlidir, hem de dört hatve için önemlidir ve vazgeçilmezdir.
Cenâb-ı Hakk’a karşı kendini acz ve fakr içerisinde hisseden kişi elbette, benlik ve enaniyeti terk edecek, Cenâb-ı Hakk’ın ve Resûlünün hizmetine girecek ve kendisini hep hizmetkâr olarak görecektir. Kendisini acz ve fakr içerisinde hissetmeyenler ise hizmette zorlanacaktır. Burada yol ve hatvelerle ilgili olan tefekkür; acz ve fakrımızı idrak etme yönünde önemli bir unsurdur. Ne kadar gücümüz, kudretimiz ve imkânlarımız da olsa “Allah’a bakan yönü hariç her şey helâk olacaktır” mealindeki âyetin tefekkür edilmesiyle, her şey elimizden çıkıp gideceği fark edilecek ve benimsenecektir. Fâni ve geçici şeylere bağlanmak hem faydasızdır hem de gerçekte onlara hizmetkâr olmak demektir. Hâlbuki ebedî bir dâvâya hizmetkâr olmak ise ebedî bir saltanattır. Nitekim Mektûbât’ta ifade edildiği gibi Habeş padişahı Necaşî şöyle der: “Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir.” Dünya saltanatı ne kadar uzun da olsa en nihayetinde bir ömürdür. Ne kadar geniş bile olsa yeryüzü kadardır ve Cenâb-ı Hakk’ın şu gözümüzle gördüğümüz kâinat mülkünde bile bir toz zerresi kadar değildir. Ne kadar değerli ve verimli de olsa, âhiret yurduna göre çöl hükmündedir. Allah’ın Habibi’ne (asm) hizmetkârlık ise, ebedî bir âhiret saltanatıdır. Evet, sahabe, Peygamberimizin (asm) hem hizmetkârıydı, hem de arkadaşıydı. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” âyetiyle onun hizmetkârları ve sevenleri bâkî bir saltanatla müjdelendiler. Necaşi’nin gıpta ettiği gibi onlara verilen saltanat, padişahların dahi yetişemeyeceği kadar yüksektir.
Yolun önemli merhalelerinden olan şefkat de hizmetin vazgeçilmez unsurlarındandır. İnsanların özellikle ehl-i imanın imanlarını kurtarma hizmetinde vazife almak, onların hem dünya, hem de âhiret hayatlarını mahveden tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışmak şefkatin gereğidir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri, Eskişehir Hapishanesinde iken pencereden gördüğü liseli talebelerinin nasıl bir tehlikede olduklarını müşahede edince o yüksek şefkati ile gözyaşlarını tutamamıştır. Bu memleketin çocuklarının imanlarının kurtulması için her türlü eza ve cefaya katlanmıştır. Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretleri hizmetimizin önemli bir prensibi olan “müsbet hareket”in de esaslarından birisinin şefkat prensibi olduğunu ifade etmektedir.
İnsanın kendini unutması ve böyle bir cezaya müstehak olması dikkat çekicidir. Özellikle son birkaç asırda, ideolojik liderler parlatılırken, fertler iyice silikleştirilmiştir. Fertlerin hak ve hürriyetleri neredeyse tamamen ihmal edilmiştir. Her şey güya devlete feda edilmiştir. Yani insan unutulmuştur. İnsanı devletler ve toplumlar unuttuğu gibi fert kendi kendisini de unutmuştur, unutturulmuştur. Diğer çağlara nazaran nefsine en çok düşkün olan âhirzaman insanı maksadının aksiyle tokat yemiştir. Şimdi hikmetini öğrenmek için aynı bahsi incelemeye devam edelim. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de ferman ediyor: “Allah’ı unutup da, Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” Âyetten de anlaşılacağı gibi Allah’ın ve emirlerinin unutulması, tefekkürün terk edilmesi en nihayetinde fertlerin unutulması ve ihmal edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu unutulanlara hizmeti de dâhil etmek gerekiyor. Unutulmanın en kötüsü ise, fertlerin kendi kendisini unutmasıdır. Maalesef günümüz insanı icad edilen bin bir türlü eğlence ve meşgale ile o kadar kalın bir gaflet perdesine bürünmüştür ki, hemen yakınına gelen bir musîbetten bile ders almamaktadır. Ölüm gelse başkasına verir, kendisine hiç sıra gelmeyecekmiş gibi düşünür. Hizmeti de hep başkalarının yaptığını düşünür. Hâlbuki her mü’min şu dünyada hem kulluk yapmakla hem de bu zamanın manevî cihadı olan iman ve Kur’ân hizmetiyle bizzat mükelleftir. Ömür sermayesi pek kısadır, geçip gidiyor. Bu dünya uhrevî bir ticaret ve manevî bir memuriyet yeridir. Hizmeti yapmanın mükâfatı büyük olduğu gibi terk etmenin de cezası şiddetlidir. Çünkü bu kâinat boşu boşuna yaratılmadığı gibi insana verilen binlerce cihaz ve duygular da hikmetsiz ve vazifesiz değildir.
İman ve Kur’ân hizmeti, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunun mühim bir esası ve neticesi olduğu gibi bu mukaddes yolun yolcusu olmanın da mühim bir sebebidir. Kendisini acz ve fakr içerisinde bilip şefkat hissiyle fedakârâne hizmete talip olmak bu yolda daimî olmanın ve muvaffak olmanın en önemli şartıdır. Ne mutlu, saltanatın fevkinde olan bu hizmetkârlığa talip olanlara!
Benzer konuda makaleler:
- Risâle-i Nur ve şefkat
- Kur’ân hizmeti içinde bulunabilmek
- Risâle-i Nur: Acz, fakr, şefkat, tefekkür mesleği
- Tozlu yollar
- Mesleğimizin esası şefkattir
- “Ot” olma bahtsızlığı veya bahtiyarlığı
- Bir hüsn-ü misal
- İsm-i Hakîm ve Risale-i Nur
- Şefkat, mahlûkat, anne ve çocuk
- Ey Kız Kulesi!
İlk yorum yapan olun