Kalp ve Kâbe kucaklaşırken…

Image
Onu görenler ne diye ağlar? Daha önce hiç görmediği ikizini, bir anda karşısında gören sevinçten ağlamaz mı? Ağladıkça açılır, açıldıkça ağlar. Duâlar dökülür gönül Kâbe’sinden. Kalp ve Kâbe kucaklaşır, kucaklaştıkça alevlenir sevdaları, semalar şahitlik eder sevgililerin buluşmasına.

GİRİŞ SADEDİNDE; BİR HARF İÇİN

Yazılar 15 günlük Umre seyahati sırasında alınan notlardan oluşuyor. Çok mu 15 gün? Hem çok, hem az…
Perşembe sabah 9.00 sularında yola çıktı, iki hafta sonra aynı gün akşam 21.00 sularında yoldan döndü. Sanki bir gün gibi…
Mescid-i Haram’da ilk kıldığı namaz sabah namazı idi, ayrılırken Mescid-i Nebevî’de son kıldığı namaz da yatsı. Yine bir gün gibi…
Bir gün, bir ömür; ömür de bir gün gibi.
Kâbe’yi ilk tavaf ederken gökte ay ışığını gördü, Ravza-i Mutahhara’dan ayrıldığı son gün yine ay ışığı göründü. Hem karşılaşmış, hem uğurlamıştı onu. Ayrılık ile kavuşmanın, hüzünle sürurun bir yaşandığı yerdi burası. Zaman hücrelerinin birbirine girdiği, geçmiş ile geleceğin hazırda el ele yürüdüğü mekândı. Burada az durmak ile çok durmak arasında fark yok; fark, zamana ve mekâna düşeni hissedebilmek, hislerini onunla doldurmak, düşünce hücrelerine nakış nakış onu işleyebilmekte.
“Ay Işığı”, gâibâneden hâzırâneye, perdelerden aşikâreye, gölgeden ışığa yolculuğun adı, sonu yok yolculuğun başlangıcı.
Işık, yarık yürekten yansır. Yolculuk bir nevî gurbet, bir nevî vuslat. Bir yönü hep yarık, eksik ve tamamlanmamış.
Saadet Asrına hiçbir zaman erişemeyeceğiz, ama ona olan yolculuğumuz hiç bitmeyecek. Ay, bunun simgesel adı, o yola yolculuğun duâsı. Duâ elleri açmak, ubudiyet adımları atmaktan başka yaptığımız, yapacağımız başka bir şey yok. Yokluktan geldik, varlığımızın belirtisi duâ ve niyaz, sonsuz saadete eriştirecek olanlar da onlar.
Kelâm duâ, kalem duâ, susmak ubudiyet, bakış tefekkür, nazar ibret; ışık yolcuların yol azıkları…
Umre yolculuğu anlatılabilir, Kâbe’ye bakış yansıtılabilir, tavaf idrak edilebilir, Ravza-i Mutahhara ifadelendirilebilir mi? Ancak gölgesi sunulur, perdelerden bir perde açılır, nurdan bir lem’a aktarılır.
Evet, gelen yazılar biraz günlük, biraz gezi yazısı, biraz da hiçbiri… Üslûpta değişmeyen yolculuk, arayışta bitmeyen arzu, yarıkları yırtmama çabası, ışığı bulma gayreti.
Bir umre de bir, bin umre de. Bine bedel bir umre yapabilmek, ömre bedel Hac ifa edebilmek asıl olan. Asıl olana erişinceye kadar tekrar tekrar dönebilmek gölgelerde.
Kaç satır, kaç cümle, kaç sayfa, kaç kitap yazmalı? Bir kelimede bir kitap yazıncaya kadar yazmaya devam.
Sonu gelmez yolculuğa erişinceye kadar adım atmaya, o “bir adım”ı buluncaya kadar adımlamaya devam. Hangi adım “o bir adım” bilinmez. Bilinse yolcu gevşer, yolculuk biter.
Kelimeler bırakmıyor, harfler peşi sıra diziliyor. Hepsi bir harf için.
Efendim, o bir harfi bulmak için buyurun yolculuğa…

İLK KARŞILAŞMA

Ayın altında, Kâbe’nin karşısında kalem tutmak, tuttuğu kalemle birkaç kelâm yazmak; zamanı şahitlendirmek, mekânı levhalandırmak. Göğün nur yüzü ay ile yerin siyah nuru Kâbe’yi aynı anda seyretmek. Kanat çırpan kuşlar hiffet ve hürriyet veriyor…
Tavaf edenler, oturanlar, okuyanlar, duâ duâ yükselen yürekler ve “Allahü Ekber, Allahu Ekber” seslerinin semaya yükselişi; semanın yeryüzüne inişi; kelimelerin kifayetsiz kaldığı, kelâmların sustuğu ölümsüz saatler.
Onu görenler ne diye ağlar? Daha önce hiç görmediği ikizini, bir anda karşısında gören sevinçten ağlamaz mı? Hıçkıra hıçkıra, bir daha bir daha…
Ağladıkça açılır, açıldıkça ağlar. Duâlar dökülür gönül Kâbe’sinden. Kalp ve Kâbe kucaklaşır, kucaklaştıkça alevlenir sevdaları, semalar şahitlik eder sevgililerin buluşmasına.
Ay sessizce seyreder sevgililerin vuslatını, ışık huzmeler döker. Kuşlar bunun coşkusuyla raks eder.
Öyle sevgili kardeştirler ki ayrı durmaları hüzündür, hazandır. Birbirini tamamlayan ikizlerin biri sabit, diğeri değişkendir. Sabit olanın etrafında vuslatla tavaf eder değişken olan. Elektron mihverinde, yıldızlar yörüngesinde, Kehkeşanlar yolundadır. Âlemler insanda dürülmüş, kâinat Kâbe’de toplanmış; iki özün öze giden yolculuğu tavafla tamamlanmıştır.
İkizlerin ilk buluşması hüzünlü ve ağlamaklıdır. Vuslatın sevinci sürura dönüşür sonrasında. Sevinçle dönülür, sürurla seyrederler birbirlerini.
Kalp ve Kâbe karşı karşıya geldiğinde ayrılıkla vuslat, hüzünle sürur, uzak ile yakın, zaman ile zamansızlık, sabit ile değişkenlik birlikte idrak edilir. Ayrılmazlar o ikizler. Ayrılsalar bile özlem ellerle tutarlar birbirlerini, hasretleri hiç bitmez.
Arşın izdüşümü Kâbe’nin asıl ikizi Muhammed-i Arabî (asm). İnsan olması itibariyle o bizden, biz ondanız. Bütün kalpler onun kalbi altında. Bütün nurlar onun kalbinden bize sirayet ve in’ikâs ediyor. Kalp ile Kâbe’nin buluşması böylesi birlikteliğe yeniden şahitlik etmemiz, o hüznü ve süruru yeniden yaşamamız.
Kâinat Kâbe etrafında, bütün kalpler onun (asm) kalbi etrafında tavaf ediyor.
Hayat zaten vuslat ile firak, sürur ile hüzünden ibaret değil mi? Kâinatın neresine gidilirse gidilsin ikize özlem varsa elbet bir gün buluşulacak, elbet bir gün hasret bitecektir.
Kalp böylesi bir özlemle atıyorsa vuslat her mekânda, sürur her zamandadır. Uzaklar yakın, kısa zamanlar uzun, hasretler az, vuslatlar çoktur. Değil mi kâinatın her zerresi onun nurunu taşır, onun nurundan yaratılmıştır; her yer Kâbe, her elektronun dönüşü tavaftır.

KÂBEYİ TAVAFIN TARİF ETTİĞİ

Tavaf bir başka coşkunluk, bir başka heyecan, bir başka hareket veriyor. Duâ seline kapılmış akıyorsunuz; damla damla, derya derya… Damlada deryayı, deryada damlayı idrak ederek dönüyorsunuz. Tarifsiz ve tanımsız bambaşka bir hâlete bürüyor tavaf.
Seslerin renklerince, renklerin seslerince semaya yükselen duâ; semadan inen sekine, huzur, sükûn, itminan, feyz ve bereket… Kalp kelebekleri Kâbe nuru etrafında pervane olmuşlar, kâinat adına dönüyorlar, kâinat Kâbe’nin etrafında dönüyor. Bütün değişimler, bütün tebeddülat, bütün tahavvülât buradan başlıyor dalga dalga atomlardan, kâinat aktarına yayılıyor. Uzak yıldızların sırrı burada, bütün sırlar buradan yayılıyor; bulutun akışı, rüzgârın coşkusu, yağmurun rahmet olarak yağışı, gülün goncaları, kuşun kanatları… Hepsi kendi hesabına tavaf halinde, hepsi adına Âdemoğulları tavaf ediyor.
Uzak mesafelerden, yakın yerlerden gelmiş değişik ırklar, değişik diller, farklı elbiseler giymiş insanlar tavaf birleştiriciliği ve bütünleştiriciliğinde harman olmuşlar, hemhâl olmuşlar, tek olmuşlar, bir olmuşlar. O kadar farklılıklar aynı şey etrafında toplanarak “bir”leşmiş. Tanınmak ve tarif edilmek için farklı yaratıldığının farkındalar. Duâ elle tutunmuşlar, ubudiyet dille bütünleşmişler. Tavaf cezbesi benliklerini yok etmiş.  Benliğin sıfır noktası burası.
Hacerü’l-Esved taşı nasıl bir işaret, neyin simgesi, neyi hatırlatıyor? Onun hizasına geldiğinde bütün eller selâmlamak için kalkıyor. Tavaf orada başlıyor, orada bitiyor. Neden yedi defa dönülüyor, yedi sonsuzluk mu çağrıştırıyor?
Tavaf hakikati etrafında ne kadar dönülmeli? Her şavtta nasıl bir idrak soluklanması yapılmalı? Aklın idrak ve ihata edemediğini dil nasıl ifadelendirir, kalem nasıl kelâm eder?
Tavaf ettikçe nefsin dizginleri gevşiyor, şeytanın vesveseleri azalıyor. Düşünceler safileşiyor, duygular duruluyor, kalp ritmi sonsuzluk bestesini dinler gibi atıyor.
Buraya gelmezden önce dönüp dönüp tavaf eder gibi okuduğu duâları, sûreleri burada da okuduğunu fark etti. Belki de o duâlar onu buraya getirdi, o buradan yine o duâlarla gidecek, gittiği beldede onları okuyarak bir nevî tavafı sürdürecek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*