Liberalizm, hürriyet ve ahlâk

Geçen yazımda “Hürriyeti herkes ister, ama sınırlarını ve önceliklerini belirlemek zordur” demiştim.

Konu, hürriyet ve ahlâk arasındaki ilişkiyle de ilgilidir.

Siyasal sistemler üzerinde düşünenler, elbette ahlâkı önemsiyorlar. Fakat kaynağı, sınırları ve müeyyideleri hususunda farklılaşıyorlar.

 

Pratikte bu tartışmalar cinsel sapmalar gibi problemli alanlar üzerinde sığlaşıyor. Ama aslında daha derin ve felsefî temelleri var:

Liberal Düşünce Topluluğunun Atilla Yayla’dan sonraki başkanı Doç. Dr. Bican Şahin, “Liberal Demokrasinin Temelleri: Güncel Demokrasi Tartışmaları” (Oreon Yayınları, 2008) adlı editoryal eserdeki makalesinde “… liberaller ahlâkî bireyciliği de benimsemişlerdir. Kısaca, ahlâkî bireycilik, Immanuel Kant’ın ifadesiyle, bireyin kendisinin dışındaki amaçlara yönelik kullanılabilecek bir ‘araç’ olmayıp, kendi başına bir ‘amaç’ olduğunu ifade eder.” demektedir.

Geçen yazımda da değindiğim üzere, bireyin ve kâinatın varlık sebebi hakkındaki tutumunuz, bireyin uyacağı hukuk ve ahlâk kodlarının kaynağı ve yönü hakkındaki tutumunuzu da etkiler.

İnsanı kâinatın ve yaradılışın bütünlüğünden ayıran bir bakış açısı, meselâ cinsî sapkınlığı, “amaç varlık” olarak tarif ettiği bireyin hürriyet alanında bulunan “ahlâkî tercihlerden bir tercih” olarak tanımlar.

Meselâ Ekin Can Genç, Liberal Düşünce Topluluğunun web sayfasındaki “Sevilmeyen Olmanın Güvenli Olduğu Toplum’u Türkiye’de Yaratmak” başlıklı yazısında, bir yandan sosyal ilişkinin ve bu ilişkiler sebebiyle özgürlük kısıtlamalarının olabileceğini kabul ederken, öte yandan, devletin cinsel sapmalara ve bunları özgürlük adına savunmaya yönelenlere “genel ahlâk” adına müdahale etmesini eleştirmektedir.

Yazıda “demokrasinin de bir gereği” olarak tarif edilen şu cümleler özellikle enteresandır: “Türkiye’de özgür toplumun ortaya çıkması için devlet, ahlâksız olmayı öğrenmelidir. Bu, ahlâklı olmama (immoral) hali değil, ahlâkla alâkasız (amoral) olma halidir; zira ahlâk, bireylere ait bir olgudur. Özgür bireyler, kendi bireyselliklerine göre eşcinselliği ahlâksız bulabilir. Aynı şekilde, eşcinsel bireyler de karşıcinselliği ahlâksız bulabilir. Ancak devletin bu konuda bir hükmü olamaz. Özgür toplumda işlevi bireylerin hak ve özgürlüklerini korumakla kısıtlı olan devlet, ahlâk dayatma zorbalığına girişmemelidir.”

Oysa kâinatı dikkatle tefekkür eden görür ki, insanın kardeşiyle evlenmesini “insanî fıtratı” reddederken, insanın hemcinsiyle evlenmesini “hem insanî fıtratı hem de hayvanî fıtratı” reddeder.

Hayvanlar âleminde dahi fitrî olmayan bir durumun, ancak bir “hastalık” olarak tarif edilmesi gerekir. Dolayısıyla devlet hem hastalığı tedavi etmek hem de bulaşmasını engellemek adına devreye girmelidir.

Özetle, Hakikî ve Mutlak “Bir”i reddettiği için bireyle diğer varlıklar arasındaki bağı da kesen bireysellik anlayışı, “hürriyetin sınırı başkalarına zarar vermemektir” der.

Oysa kâinatı yaratanın “Bir” Vahid-i Ehad olduğuna inanan, kendisini diğer mahlûkattan ayırmaz, “hürriyetin sınırı ne kendisine ne de başkasına zarar vermemektir” der.

Hukuk muhakemeleri kanunu değişiyor

Hakımlerın yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat dâvâsı açılabilecek. Devlet ödediği tazminatı, sorumlu hakime ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu edecek. TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin Ocak ayında yasalaşması konusunda uzlaşmaya vardığı tasarılar arasında yer alan ve yaklaşık 1,5 yıl önce TBMM Adalet Komisyonunda kabul edilen Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı önemli düzenlemeler içeriyor. Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabilecek. Tazminat davasının açılması, hakime karşı bir ceza soruşturmasının yapılması ya da mahkumiyet şartına bağlanmayacak. Hakimlerin kusurlu davranışları nedeniyle devlet aleyhine açılan tazminat davaları ile devlet tarafından hakime karşı açılacak rücu davaları Yargıtayda görülecek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*