Mısır’a bir senede ne oldu?

Bundan on-onbeş gün kadar önce Mısırlı gençler beni arayarak “ağabey, ayın 30 unda Mısır’da büyük hadiseler olabilir. Kızınız oradaysa söyleyin dönsün veya dikkatli olsun” demişlerdi.

Evet,  Mısır’da Hüsnü Mubarek devrini bitiren seçimler yapılıp da, Muhammed Mursi’nin seçilmesinin üzerinden bir sene geçince, işler tekrar karıştı, Tahrir meydanı yeniden hareketlendi. Ve maalesef ordu ihtilal yaptı, idareye el koydu. Ama belirsizlik hâlâ devam ediyor. Bu mevzuu ile alâkalı görüşlerimiz belirtmeden önce, geçen seneki seçimlerin ertesinde yazdığımız, 29.06.2012 tarihli şu yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum.

<<Mursî, Nursî’nin usûlünü takip etmeli…

Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “İslâmın zeki bir mahdumu” dediği Mısır, nihayet Cumhurbaşkanını seçti. “Seçti” diyoruz, çünkü şimdiye kadar bu şekilde serbest bir seçim yapılmamıştı Mısır’da. Öncekiler, hep baskı rejiminin tehdidiyle zorla yapılan seçimlerdi, hür irade yoktu.(Bizdeki Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı yapılmasına benzer bir tarz.) Mısır için bundan sonra inşaallah güzel günler gelir, Mısırlı kardeşlerimize bu tercihlerinin hayırlı olmasını diliyoruz.

Mısır’da üç ay kaldık. Hatta evimiz de Hüsnü Mübarek’in sarayına yakın bir yerdeydi. Mısır ve Mısırlıları yakından tanıma fırsatı bulmuştuk. (Aslında çoktandır dosyamda bekleyen “Mısır hatıraları” var, ama fırsat bulup da bir türlü bitiremedik.) Mısır, Yavuz Sultan Selim Hanın seferinden sonra girdiği Osmanlı idaresinde en güzel günlerini yaşamıştır. Osmanlı, üç yüz dört yüz sene orada kaldığı halde, onlara kendi örf ve âdetlerini baskı ve zorlama tarzında değiştirtme yoluna gitmemişti. Ama İngilizler kırk sene kadar Mısır’ı işgal ettiler, fakat yapacaklarını da yaptılar. Meselâ; şu anda Mısır’da hemen hemen İngilizce bilmeyen yok gibidir. Oraya gittiğimizde biz, Müslüman millet olarak, hatta bizlerden daha kavî bilerek düşündüğümüzden şaşırdığımız şeyler olmuştu. Bunların bir ikisi de, evlerde ayakkabı ile gezmeleri ve evlerin çoğundaki tuvaletlerin alafranga olmasıydı. Gerçi istisnalar da vardı, ama genellik böyleydi. Tabiî bunları da biz, İngilizlerin örf ve âdetlerinin uygulanması şeklinde böyle olduğunu düşünmüştük.

İngiliz işgalinden sonra, güya bağımsızlıklarına kavuşup, kendi kendilerini idare etmeye başladılar, ama çoğunlukla asker kökenli kimselerin idareyi ele alması tarzında oldu bu. En son halkası da, Hüsnü Mübarek’ti bu zincirin. Kimler geldi, kimler geçti o zamana kadar? Kral Faruk’lar mı dersiniz, Necib’ler mi, Nasır’lar mı, Enver Sedat’lar mı?

Tabiî Mısır’daki halkın nüfusunun çoğunluğu Müslüman (% 85-90 kadar), gerisi de Hıristiyan’dır. (Bizim “Kıpti” dediğimiz insanlar bunlardır) Enteresandır, buradaki Hıristiyanlar da Arap ırkından olup Arapça konuşup yazıyor ve Arapça olarak da ibadet ediyorlar. “Selâmunaleyküm” diye selâm alıp veriyorlar. İşte buradaki Müslümanlar, baskıcı rejime karşı gelmek için kurdukları “İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)” cemiyetiyle baskı rejimine, yanlışlıklara, haksızlıklara, rüzgârın ehramlar tarafından (firavunlar) esmesine karşı çıkmak istiyorlardı, ama metot olarak yanlış hareket tarzında bulunarak birçok masum Müslümanın kanının akmasına sebep olmuşlardı ki bunların başında âlim bir zat ve teşkilatın mühim bir ferdi olan Muhammed Seyyid Kutub (bizde de meşhur olan Fî Zilâl-il Kur’ân tefsirinin müfessiri) ve ailesi gelmektedir.

Tabiî ihvan metodu, usûlü yanlıştı. Ancak son zamanlarda bu yanlışlığı fark ettiler. Hatta birçoğu Bediüzzaman ve Risale-i Nurları tanıdıktan sonra istikametlerini düzeltme cihetine gittiler. Ama tabii hiçbir zaman Risale-i Nur metodu, usulü, hareketi gibi “devlet idaresine talip olmama” gibi bir yola girmediler. İşte bu son Mısır hareketinde de, onların da “Tahrir (Hürriyet)  meydanı” hareketinde büyük rolleri oldu. Diğer İslâm devletlerinde kargaşayla, kanla biten hadiselere karşı, Mısır’da o kadar ağır olmamış, bir iç savaş tarzı vukuu bulmamıştır. Bunda da en büyük sebebi, Üstad Bediüzzaman’ın onları “zeki” olarak vasıflandırmasında aramak lâzım. Gerçekten Mısırlılar zekiler.

İşte, İslâmın zekî bir mahdumu olan Mısır’da bu son Cumhurbaşkanlığı seçimine dört aday iştirak etmişti. Bunlardan ikisi “Tahrir Meydanı” adayları olarak bilinen; Hamdin Sabahi ve Abdulmun’im Futuo ile Mübarek’in adamı olarak bilinen Ahmed Şafik ve İhvanın adayı Muhammed Mursî. Fakat ilk turda oylar dağıldığı için, halkın teveccüh gösterdiği ilk iki aday dokuz milyon oy almasına rağmen, birbirine feragat edip çekilmediğinden, ikisi de saf dışı kaldı. Hâlbuki biri çekilseydi, diğeri 1. olarak seçime girecekti, ama nasip böyleymiş. Tabiî bu durumda “Tahrir meydancıları” Mübarek’in adamı olarak bilinen Ahmed Şefik’den ise, kerhen de olsa, İhvan’ın adamı Mursî’yi destekleyerek onun Cumhurbaşkanı olmasını sağladılar.

Evet, Muhammed Mursî, Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı oldu. Hayırlı olsun. Kendisi de, İslami bir teşkilât olan İhvan-ı Müslimin’in adayı olarak bilindiğinden, bundan sonraki işlerini daha dikkatle yapması lâzım. Bu yazıyı yazmadan önce Mısır televizyonundaki haberlere bakarken, Mursî’yi tebrik için gelen Mısır’ın Hıristiyanları ve dinî kisveleri ile gelen birkaç papazla da samimî bir şekilde sarılarak sohbet ettiğini gördüm. Bu güzel bir tablodur. Tabiî önce insan haklarını dikkate alarak icraatlarda bulunursa muvaffak olur. Orduyu da—ki yumuşak geçişlerle hizaya getireceğini düşünüyor Mısırlılar—demokrasi yolunda yanına alabilirse, o insanî ilişkilerde, Hıristiyanlarla da güzel diyaloglarda bulunursa, işleri çok daha kolaylaşır. Tabiî bu arada en mühim şey de, İslâmın prensiplerini, usûllerini, metodunu tatbik etme işi var. İşte Mursi, burada da soyadı kendisine benzeyen asrın en büyük İslâm âlimi ve Mısır el Ezher şeyhlerinden Şeyh Muhammed Bahid’in de kendisi senakâr sözlerle takdir ettiği Said Nursî Hazretlerinin usûl ve metodunu tatbik ederse; hem kendisi, hem Mısır halkı, hem de ihvan-ı Müslimin çok rahat eder. Allah yardımcıları olsun ve Mısırlı kardeşlerimize de, tekrar hayırlı olsun diyoruz.
>>

Evet, maalesef Mursi, Nursi’nin usulünü takib etmemiş, Mısırlılara verdiği sözleri yerine getirmemiş, ihvan-ı müsliminin dediklerini yapmıştı. Tabii bu da halkın büyük çoğunluğunda huzursuzluk meydana getirmiş ve bir sene sonra da kendisine o zaman oy verenler de dâhil olmak üzere birçok kimse yeniden Tahrir meydanına inerek, Mursi’ye karşı bir hareket başlatmış ve neticede de ordu hadiseye el koymuştur.

Gerçi yapılan iş her ne kadar müdahale olsa da, ortalığın daha çok karışmaması için bu işi yapan ordu, bizim ordu gibi değil. Çünkü bizimkiler her ihtilali, her ne kadar “Türk milleti adına” deyip, milletten habersiz olarak Kemalizm’i ikame etmek için yapmışlarsa da, onlarda iş öyle değil. Bir defa ordunun birçok mensubu dindardır. Bizdeki gibi “laik kafalı” değillerdir. Ama tabii yine de meşru ve seçilmiş bir iktidar böyle alaşağı edilmemeliydi, bu yanlış bir şey.

Tabii, orada da, âlem-i islamın birçok yerinde de fitneyi kaynatan, işi tezgâhlayanın başta Yahudi olmak üzere, yabancı gücü olduğunu bilmek lâzım.

Bundan sonra inşaallah işler daha iyi olur. Mısır’lı kardeşlerimize Canab-ı Hakk yardım etsin. Birkaç gündür konuştuğum Mısırlı gençlere dediğim gibi, asrın vekili Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin; başta hutbe-i şamiye olmak üzere, âlem-i islamın kurtuluşu ve saadeti için tavsiye ettiği reçetelerin bir an önce tatbik edilmesi lazımdır. Allah yardım etsin inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*