Nefsî ve içtimâî muhasebe için

—Bir deneme yazısı—

Ehl-i hizmet için bu uzun yaz günlerinin Risale-i Nur’u tefekkürle ve ciddî okuyarak büyük manevî bir hasat ve meyve mevsimi olmasını ümit ediyorum. Sakinlikle, kendimizle buluşarak geçmişin bir muhasebesini yapıp, geleceği ümitle plânlayabiliriz. Şahsî, ailevî, dinî, içtimaî ve siyasî hata ve kusurların iyi bir değerlendirmesi için kafa yormak bize yeni ufuklar açacaktır.

Zamanın gelişen olumsuz şartları tefekkür dünyamızı menfî yönde şiddetle sarstı. Şer odaklarının “toplum mühendisliği” karşısında; insan olarak hepimiz şöyle veya böyle müthiş etkileniyoruz. Çeşitli sebeplerden dolayı insanımızın kitap okumaya karşı olan mesafesi fert, aile, cemaat ve toplum için dehşetli savrulma ve kırılmaları netice verdi.

Devamlı gezen ve yüreğinde dâvâ ağırlığı ve cemaat sorumluluğu olduğunu hissetmeye çalışan bir insan olarak, en büyük ıztıraplarımdan birisini samimî bir ortamda siz değerli dostlarımla Allah rızası için paylaşmak istedim. Çünkü hayatın gerçeklerinden bahseden ve her konuda çözümler üreten Risale-i Nur Külliyatı’nı nefsimizden başlayarak insanlığa tebliğ edip dâvet etmeye mecbur ve mükellefiz. Bunun için de her şeyin üzerinde olan İslâm hakikatlerinin, Kur’ân metodunun, Sünnet tatbikatının kalp ve gönüllere yerleşmesi ve karar kılması gerekiyor. Yayınevimize binlerce teşekkürler ki: “Eski Said Dönemi Eserlerini” de bize kazandırdı. Cihanşümul değerlendirmelerle oradan başlayarak şu “din ve siyaset” konusunu ilk önce nefislerimizden başlayarak küllî düsturlarla yeniden, geniş bir açıdan, hak namına, cesaretle ele alıp toplum ve cemaatte var olan akla takılan suâlleri gidermemiz gerektiğine inanıyorum.

Son yarım asırdır ağırlıklı olarak toplumumuza giren menfî anlamdaki “din-siyaset” ilişkisinin toplum hayatındaki derin tesirlerini, ülkemizde ve insanımızda meydana getirdiği sarsıntıları bir tahlil ve tesbit etmeliyiz. Dâvâ anlayışımız çerçevesinde Nurun mesleğine zıt, yanlış, dünyevî amaçlı ve defolu olan bu hareket ve düşünce tarzının; topluma ve istikametli dâvâmıza yaptığı ayırımcı ve sarsıcı hareketi iç dünyamızda olsun yeniden ve ciddi olarak sorgulamamız lâzım geldiğine inanıyorum. Hakikî düsturlar ölçüsünde bu konuyu ilk önce kendi vicdanlarımızda bir masaya yatırmanın gereği ve öneminin olduğunu düşünüyorum. İslâmın özüne aykırı, şahsî ihtiras ve tarafgirliğe dayalı, bu yanlış tarzın hakikî gerekçeleriyle dinî ve ilmî konuda ortaya konulması gerekiyor. Tarihî temellerinin ve bünyeye verdiği tahribatın; esen rüzgârların etkisinden uzak ortaya konulması gerekiyor. Delile dayanarak, meseleleri kaynağından aktaracak şekilde ehil ve tecrübeli kimseler tarafından sohbet ve seminer tarzında geniş çapta anlatılması gerekiyor.

Bu vicdanî ve fikrî çalışmanın tek gayesi ve önceliği, sadece Allah rızası için olmalıdır. “Diyanet” ve “siyaset” çizgisinin kesin farklılığı ortaya konulmalıdır. Bütün bunları makul zeminlerde, makul tarzlarda, “tarafgirlik ve hissiyattan” uzak yapmak gerekiyor. Baskın çıkmak ve işi münakaşaya götürmek asla olmamalıdır. Yarım asırlık mevcut uygulamaların ışığı altında bu hareketin şu andaki tatbikat ve düşünce sistematiğinden “din-siyaset” boyutunun bağlantıları veya bağımsızlığı tam olarak tesbit edilebilmelidir. Bu hareketin tarihî gelişiminin tam olarak tesbit ve tahlil edilememesi mukaddesat adına büyük bir eksiklik ve vebal olur.

İşin bir diğer önemli boyutu da bu harekete bağlı olarak; cemaatler arasında var olması gereken ittihat, muhabbet, uhuvvet, yardımlaşma ve gaye noktalarındaki neticelerin tesbit edilmesidir. İslâmiyet gibi bir kudsî değerin “siyasallaşması” ve “dünyevîleştirilmesi”nde gelinen noktalar ve tatbikatlar göz ardı edilemez. Ülkenin malûm şartlarından dolayı isim ve şekil değiştirmiş gibi görünse de; hâlen kullanılan argümanlar ile tatbikatları çok dikkatlice değerlendirilmelidir.

Bizim camiamız için bütün bu meselelerle ilgili bir değerlendirme ölçütü olmalıdır: “Risale-i Nur esasları!” Çünkü bizim bakış açımız Risale-i Nur noktasıdır. Kılavuzsuz, gerekçesiz ve mesnetsiz yapılan yanlış yorum ve değerlendirmelerin bir değeri olamaz.

Bu günkü gelinen noktada, birçok dindar kesim tarafından—farkında olarak veya olmadan—“dindarlığın ve semavîliğin” maalesef tatbikatta ikinci, üçüncü sıralara atılmış olması ciddî bir faciadır. Bunun sebep ve neticeleri, konudan çok uzaklaşmadan, nereden ve kimlerden geldiğinin tesbiti ve çözümü acilen aranmalıdır.

Bu halin gelecek nesil ve kudsî dâvânın selâmeti açısından oldukça ağır faturalara hamile olduğu endişem var. Nurun herhangi bir hizmetkârı nazarında “iman hakikatinin ve onun kudsiyetinin kâinatın en büyük meselesi olduğu” hakikati asla ve kat’a gölgelenmemeli ve ikinci plâna düşürülmemelidir. Eşref-i mahlûkat olan şeref madalyalığı, esfel-i mahlûkata dönüşmemelidir.

Risale-i Nur Talebeliği ve mesleği; maddiyât ve ücrete dayanmayan, imana hizmeti hayatın gayesi edinmiş bir hareketin adıdır. Nur Talebeleri, arz üzerinde yaşayan herkese, ayırım gözetmeksizin iman ve Kur’ân dâvâsını ulaştırmak için her zaman, zemin ve şartta cansiperâne didinen ve çırpınan fedailer olarak tarihe geçmişlerdir. İlâhî irade ve kader onlara bu asırda  “sahabe“ mesleğinin takipçisi konumunda bir yol ve hizmeti “ihsan-ı İlâhî olarak omuzlarına koymuştur.” Bütün himmet, gayret, çalışma ve mesaileri bu yola odaklanmıştır. Bunun karşılığında onlar yalnız ve yalnız rıza-yı İlâhîyi düşünürler.

Çünkü Risale-i Nurlar sadece dinî bilgiler veren bir kitap külliyatı asla değildir. Onları o şekilde değerlendirmek büyük bir eksiklik olur. Çünkü biz inanıyoruz ki: Risale-i Nur, Kur’ân’ın bu asra bakan bütün yönlerini delillerle izah eden bir külliyattır. İnsanoğlunun bütün problemlerine, sıkıntılarına, Kur’ân’dan aldığı reçetelerle çare üreten eserlerdir. Bu yönüyle de geçmiş ve hâl-i hazırdaki bütün din ulemasının kabulüne, takdirine, övgüsüne mazhar olmuştur.

Üstadın vefatından sonra, Risale-i Nur hareketi üzerinde birilerinin kuşatma ve kullanma hâl ve stratejisinin iyi tahkik ve tahlil edilmesi gerektiğine inanıyorum. Çok önemsediğim bir nokta da; merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin istikametli ve kırıksız çizgisini takip etme yolunda olan “Yeni Asya” meslek ve meşrebine tâbi olanların buna çok daha fazla dikkat etmesi gerektiği zaten açıktır.

Ayrıca dünyanın çeşitli ülkelerinde modern fenlerle uğraşan ve Risale-i Nur’dan bir şekilde haberdar olan her türlü görüş sahibi ehl-i ihtisas, Risalelerin bu özelliğini, ayrıcalığını, mükemmelliğini, mümtazlığını ve güzelliğini bihakkın teslim etmişlerdir ve etmeye de devam etmektedirler.

Çünkü inayete ve sünûhata mazhar olan bu şaheser Külliyat; manevî bine yakın işaretle çok büyük bir vizyona, misyona, etkiye, yetkiye ve hâkimiyete sahiptir.

Çünkü bu hareketin özünde, sadece ve sadece temelde Allah rızasını esas alan, her hâl ve şartta devam eden bir iman ve Kur’ân hizmeti vardır.
Üstad Bediüzzaman’ın Kur’ân ve sünnet metodunu örnek alan bir tecdid hareketidir.

Müsbet hareket düsturları içerisinde, aksiyonerlik ve devamlılık arz eden ve afâkî boyutlar yerine nefsi ve ferdi temel alarak iman ve Kur’ân nurlarını ümitle seslendiren bir ekolün adıdır.

Süflî ve lüzumsuz işlerin kaynağı olan dünyevîlikten tamamen uzak, hakkı söyleyen, hakkı çağıran, hakkı yaşayan günler ve hizmetlerde buluşup birlikte devam etmek dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Esselamu Aleykum , gayretli ve cesur muhterem musfik , agbey
    suhur-u selasenin manevi kazanclarindan insaalah tam hissedar oluruz, sihhatinizin kosturdugunuz hizmetlerin yuzu suyu hurmetine komando gibi olmasina hususen dua ederim, M. Kutlular agbiyede selam eder, sikintilardan halas olmasina tam duaciyim..Amarikada nurlari elden dagitiyoruz, NUR dergisi de cok guzel herkese veriyoruz.. LA HAVLE VELA KUVVETE ILLA BILLAHIL ALIYYUL AZIM.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*