Nereden nereye…

Said Nursî’nin hayatından kesitlerin yer aldığı Hür Adam filmine gelen ilk tepkilerin işaret ettiği önemli sonuçlardan biri, Bediüzzaman Said Nursî ismine yönelik resmî ideoloji kaynaklı asabî reaksiyonların çok büyük ölçüde marjinalleşerek etkisiz hale geldiği.
Milliyet gibi bir gazete, filmin o cenah açısından en provokatif sayılabilecek sahnesini sürmanşetten duyurduğu halde, bir-iki cılız tepki dışında kayda değer bir hareketlenme olmadı.

Ankara’da bir avukatın, filmin internette yayınlanan fragmanlarından yola çıkarak ve “Atatürk’e hakaret edildiği” iddiasıyla yaptığı suç duyurusuna istinaden başlatıldığı belirtilen savcılık soruşturması da medyada pek destek bulamadı.
Tam tersine, soruşturma eleştirildi bile.
Benzer bir konu beş-on sene evvel gündeme gelmiş olsaydı hiç şüphesiz yer yerinden oynar, mâlûm kaynaktan gelen tepkiler günlerce manşetlerden ve TV anahaber bültenlerinin ilk sırasından inmez, savcılar harekete geçirilip açacakları soruşturmalar gözaltı, tutuklama ve dâvâlarla sonuçlanıncaya kadar işin peşi bırakılmazdı.
Böylesi linç operasyonlarını az görmedik.
Yeni Asya olarak Kocatepe Camiinde tertiplediğimiz Bediüzzaman mevlidleri ile 17 Ağustos depremi sonrasında risalelerdeki zelzele bahislerini broşür yapıp dağıtmamız üzerine koparılan fırtınaları ve akabinde yaşananları hatırlarsak…
Nereden nereye geldiğimizi daha iyi anlarız.
İnanç, fikir ve sanat dünyası üzerindeki baskıların kalkmaya başladığı; aykırı, hattâ farklı fikir ve yaklaşımları zor kullanarak susturma alışkanlığının işe yaramaz ve sonuç vermez hale geldiğinin nisbeten de olsa fark edildiği bir aşamadayız.
“Bu ülke benden sorulur, herşey benim dediğim gibi olacak, başka türlüsüne geçit vermem ve hayat hakkı tanımam” demeye alışmış bir zihniyetin etkisizleşip güç kaybetmesine paralel olarak, daha olgun, hazımlı, hoşgörülü ve saygılı bir tavrın gelişmeye başlaması, herkesin hayrına.
Böyle bir demokrasi ortamında elbette ki farklı fikirler yine olacak, ama bunlar birbirleriyle eşit şartlarda ve seviyeli bir üslûpla yarışacaklar.
Bu yarışı doğru bilgiye dayanan sağlam muhakeme ürünü fikirler kazanırken, yalan, yanlış, iftira ve çarpıtmalara bina edilip “fikir” kılığında ortaya atılanlar ise sahiplerini mahcup edecek.
Keza içi boş, gayri ciddî, temelsiz iddialar da.
Meselâ, Said Nursî-M. Kemal tartışmasını da, orada Bediüzzaman’ın muhatabına ifade ettiği sert sözleri de şüpheyle karşılayıp, “Eğer doğru ise, bu, Atatürk’ün demokratlığını gösterir” gibi bir çıkarımda bulunan yorum, bunun konuyla doğrudan bağlantılı en taze örneklerinden biri.
Bir defa o tartışmayla ilgili olarak resmî bir kayıt bulunmaması, öyle bir olay yaşanmadığını ispatlamaz. Hele bizdeki resmî tarihin gerçekleri tersyüz eden siciliyle nam saldığı düşünülürse…
İkincisi, tartışmanın aktif tarafı konumundaki Said Nursî’nin imzasını taşıyan çok sayıda yazılı dokümanda o görüşme detayları ve farklı boyutlarıyla yıllardır yayınlanırken, aksini ispatlayan bir belge bugüne kadar ortaya çıkarılmış değil.
Üçüncüsü, Birinci Meclis üyelerinden Mardin meb’usu Abdülganî Ensarî gibi şahitlerin anlattıkları, Bediüzzaman’ın ifadelerini teyid ediyor.
Dördüncüsü, cumhuriyetin ilân edilmediği ve M. Kemal’in henüz cumhurbaşkanı olmadığı, yani mutlak iktidarı eline geçirmediği bir geçiş döneminde gerçekleşen görüşmede takındığı tavır onun demokratlığına delil gösterilebilir mi?
İstanbul’daki kahramanca hizmetlerini takdir edip bizzat ve ısrarla Ankara’ya davet ettiği ve cazip vaadlerle “birlikte çalışma” teklifinde bulunduğu Bediüzzaman’a, sert çıkışından dolayı, sarıklı din âlimlerinin büyük ekseriyet oluşturduğu bir Meclisin Başkanı olarak ne yapabilirdi?
M. Kemal’in “demokratlığı”nın ölçüsü, dizginleri ele geçirdikten sonra yaptığı ve kendisine bile “Diktatör olarak anılacağım” dedirten icraat ve uygulamaları. Mâlûm, âyinesi iştir kişinin…
Ve filmde, onların da örnekleri mevcut.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*