Oyun ve çocuk

‘Oynarken öğrendim hayatı, kendimi ve yeteneklerimi tanıdım, kim olduğumu oynarken anladım. Üzüldüğümde bunu kelimelere dökemedim, söyleyemedim, ama acıyan yerlerimin, oynarken iyileştiğini, fark ettim. Hep oyun oynamak istedim, hiç doymadım, bıkmadım, sıkılmadım. Bütün sorularıma oynarken cevap buldum. Bir evcilik oyununda anladım annemi… Babamı, onun rolünü oynarken, kendime daha yakın hissettim, hiç korkmadım ondan…

Kardeşimi çok kıskandığımı oynarken fark ettim. Küçük çocuk olabilmeyi, oyunda kardeş olduğumda anladım. Hiç bitmesin istedim, zaman hiç geçmesin, güneş batmasın, hava karanlık olmasın, ben sürekli oyun oynayabileyim. Bana yaklaşmak, küçücük dünyamı tanımak ve eğer bir şeyi kolayca öğretmek isterseniz benimle oyun oynayın, sizi o zaman daha ciddiye alırım ve daha çabuk öğrenirim.’

Oyun, çocuk için başlı başına bir iştir. Hayata dair ilk tecrübelerini oyun ortamında öğrenir. İlk egzersizler inanılmaz bir deneyim oluşturur, onu hayata hazırlar. Doğduğu andan itibaren sürekli gelişerek devam eder. İlk hatırlayabildiğimiz, ce-eee oyunudur. Çocuk bu oyunla, objelerin devamlı olduğunu, o an görünmese de aslında varlığını sürdürdüğünü fark eder. Öyle keyif alır ki, sesli gülücüklerini bile duyabiliriz. Nesnelerin gözden kaybolsalar ve o an görünmeseler bile aslında hep varlıklarını sürdürdüklerini öğrenir. İnanmanın ve bilmenin görmekle sınırlı olmayacağının ilk tohumları da bu süreçte atılır.

Sosyal hayatı ve insan ilişkilerini de oyun oynarken öğrenir. Bir evcilik oyunun da, bir çok role girerek empati kurmanın, diğerinin duygularını anlamaya çalışmanın ne kadar önemli olduğunu fark eder. Sırasını beklemek, elindekini paylaşmak, kendini korumak ve duygularını ifade etmek, hep oyun ortamının tabiî olarak kazanımlarıdır. Kendi yaşıtlarıyla birlikte olmak, arada sırada kavga etseler bile, oldukça öğreticidir. Çocuğu bencillikten kurtarır. Karşısındakini görebilmeyi, onun duygularına ve ihtiyaçlarına da özen göstermesi gerektiğini hatırlatır.

Yetişkinlere oranla oldukça yoğun bir enerjiye sahip olan çocuk, bu enerjiyi en sağlıklı şekilde oyun aracılığı ile dışarı atar. Ruh sağlığının korunması için bu de-şarj olma süreci çok önemlidir. Harcanmayan enerji, çocukta nörotik bir kişilik yapısına sebep olur. Agresif, huzursuz ve alıngan davranışlar sergiler. Bazı davranış bozuklukları bile görülebilir. Özellikle sürekli televizyon karşısında vakit geçirerek bu enerjiyi harcayamayan, yani yeterince oyun oynayamayan çocuklarda, amaçsız hareketler, dürtüsel davranışlar, dikkat ve yoğunlaşma problemleri olmaktadır.

Çocuklar anlatamadıkları düşüncelerini, dile getiremedikleri duygularını oyun aracılığı ile ifade ederler. Dikkatli bir gözlemle ya da çizdiği bir resim üzerinden konuşarak, doğrudan sorup da cevap alamadığımız sorulara ulaşabiliriz. Çocuklar oyun esnasında, öğrendiklerini ve duyduklarını tekrarlar, bütün kayıt ettikleri malzemeyi bu şekilde ortaya dökebilirler. Hatta onları izlerken kendimizi bile seyredebiliriz. Ona yemeğini nasıl yediriyorsak, ona nasıl davranıyorsak, o da bebeklerine ve oyuncaklarına öyle davranacaktır. Oyun, yetişkinler için de, bir feed- back mekanizması olarak görev yapar. Bu şekilde, kendi davranışlarımız konusunda da, bolca geri bildirim almış oluruz.

Ailedeki ölüm, boşanma veya yeni bir kardeşin gelmesi gibi çocuğu sarsabilecek olaylar sonrasında, oyun adeta bir terapi etkisi yapar. Çocuk oynayarak kendini rahatlatır, sorunlarına çözüm bulur ve kendini tedavi eder. Bunu profesyonel olarak oyun terapilerinde görmekteyiz. Bu yolla çocuğa ulaşılır ve travmanın boyutları öğrenilmeye çalışılır. Aileyle birlikte bir tedavi planı çıkarılır.

Oyun adeta çocuğun penceresidir. Dışarıdaki hayatı tanımaya, kendini ve çevresindekileri, rolünü ve görevini anlamaya çalıştığı bir süreçtir. Oradan bakmayı başarabilirsek eğer, onun dünyasını da anlayabiliriz sanırım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*