Savcılar, her ihbarı dikkate alır mı?

Hadiseyi duymuşsunuzdur. Gazetemizin Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz’ün “Müflis Proje: Kemalizm” kitabı hakkında soruşturma açılmış. Güleçyüz ile Yeni Asya Neşriyat Yayın Müdürü Alâeddin Temur ifade vermeye davet edilmiş. 10 gün içinde icabet edilmediği takdirde “zorla” götürülecekleri tebliğ olunmuş.

Haberi okuyunca şaşırdık. Türkiye, demokrat oldu, artık eski günleri geride bıraktı zannediyorduk. Nusret Demiral’ların, Nuh Mete Yüksel’lerin, gece yarısı baskınlarıyla, insanları tedirgin ettiği günlerin geride kaldığını sanıyorduk.

Ama “yanılmışız” mı diyelim, ne diyelim, bilemiyoruz. Ve min-el garaib!..

Kâzım Güleçyüz’ün mevzu ile alâkalı yazısındaki ifadelerden takiple düşüncelerimizi beyan edelim. Soruşturmanın, kitapta okullarda çocuklara söylettirilen “Andımız” metninin “ilkel ve ucube” olarak nitelenmesini ve “Kemalist dayatmanın sona erdirilmesi” talebinin dile getirilmesini “Cumhuriyet ve Türklüğü aşağılama” olarak gören bir vatandaşımızın şikâyeti üzerine açıldığı şeklindeydi. İşte bizim şaşırdığımız nokta bu: Savcının, bir gammazın lüzumsuz ihbarını dikkate alarak hareket etmesi… Yani bilemiyoruz, Türkiye’de o kadar haksız ve kanunsuz tatbikatlar oluyor ki, hatta bunlara “suç duyurusunda” bulunanlar olduğu gibi, buna mümasil yazı yazanlarımız da oluyor. Ama ne derece değerlendiriliyor bilemiyoruz. Meselâ, Bursa’da bulunan ADD’nin ışıklı panosunda, milleti ve hükümeti hem tahkir, hem de tahrik edici ifadeler yazılıyor, bunları gören var mı?

Aslında işin garabeti de burada ya. İş Atatürk veya Atatürkçülük olunca akan sular duruyor. Haksız da olunsa, kanunsuz da olunsa, o, kalkan olarak kullanılınca kimse bir şey diyemiyor, yumuşak karna dokunamıyor.

Şikâyetçi gammazın, Güleçyüz’ün kitabında eleştirdiği, her sabah okullarda okutulan ve dünyanın belli başlı başka bir devletinde görülmeyen “Andımız”ı referans göstererek “Cumhuriyet ve Türklüğü aşağıladığı” iddiası üzerine soruşturma açıldığı belirtiliyordu. Yani o vatandaş kimdir bilemiyoruz, ama Kâzım Güleçyüz, ondan hem daha iyi bir cumhuriyetçidir (gerçek manada) hem de, daha iyi Türk’tür (tabii ırkçılık manasında değil).

Kendisi de bir hukukçu olan Kâzım Güleçyüz, hadisenin seyrini, yazısında şöyle anlatıyordu:

“Ancak maddede yapılan son değişikliklerle, bu suçla ilgili soruşturmaların Adalet Bakanlığı iznine bağlandığını hatırlayınca, madde metnini açıp tekrar baktık ve öyle olduğunu gördük. Bunun üzerine Kadir Beye dedik ki: ‘301 soruşturmaları Bakanlık iznine tâbi olduğuna göre, o izin çıkmadan bizim ifadeye çağrılmamamız gerekir. Bir yanlışlık olmasın!’

Kadir Bey, çağrıyı yapan savcıya bunu da sordu; prosedürün böyle olduğu, bizim ifadelerimiz alındıktan sonra Bakanlığa yazı yazacakları cevabını aldı. Bu durumda bize, ifade çağrısına icabet etmekten başka yapacak bir şey kalmadı. Ve hafta başında Alâeddin Beyle birlikte adliyeye gidip Kadir Beyle buluşarak savcının odasına gittik. Ancak çağrıyı yapan savcı izinliydi, onun yerine bakan nöbetçi savcıyla görüştük.

Masasının üzerinde, dosyadan çıkarılmış Müflis Proje: Kemalizm kitabımız bulunan nöbetçi savcı ise bizi içeri aldıktan hemen sonra dedi ki: ‘Kusura bakmayın, sizi boşuna buraya kadar yormuşuz. Çünkü bu dosya TCK 301’le ilgili ve 301 soruşturmalarının açılması Adalet Bakanlığının iznine bağlı. Savcı arkadaşımızın gözünden kaçmış olmalı. Bu aşamada ifadenizi alamam. Şimdi dosyayı Bakanlığa göndereceğim.’

Biz de savcı beyle vedalaşarak ayrıldık. Sonuç olarak, şikâyeti yapan muhbir vatandaşın başvurusunda top Adalet Bakanlığında.

Eğer soruşturma açılmasına izin verirse, süreç o yönde ilerleyecek; biz de şimdi veremediğimiz ifadelerimizi gidip vereceğiz. Aksi halde, yani Bakanlık “hayır” derse dosya kapanacak. Başka şikâyetler olur mu, onu da göreceğiz. Bu ilginç olay, sadece yasaları değiştirmenin yeterli olmadığını, değişikliklerin uygulamaya yansımasında—bilerek veya bilmeyerek—hatalar yapılabildiğini gösteren tipik örneklerden biri. Nöbetçi savcının ‘gözden kaçma’ olarak ifade ettiği şey, netice itibarıyla önce Ankara’da yapılıp sonra İstanbul’da tekrarlanan bir hata. Ve bir başka savcı tarafından düzeltiliyor.

Ama bu ‘basit’ hata yolun daha başında iken düzeltilmiş olsa da, sıcak Ramazan günü bizi bir-iki saatliğine dahi olsa işimizden gücümüzden alıkoyup boşuna uğraştırdığı gibi, adliye mekanizmasını da gereksiz yere meşgul ediyor. Son soruşturma hikâyemizin özeti bu.”

Hadisenin muhatabı olan Güleçyüz’ün yazısında anlattıklarının insicamının bozulmaması için uzunca bir kopyalama mecburiyetinde kaldığımız bu kısım, ne kadar enteresan değil mi? Sayın savcıların kanunu anlayışları farklı. Hâlbuki basit bir bakışla bu anlayış farklılığı olmasa, kimse ne rahatsız olur, ne de vakit boşa gider. Ne de memleketin savcıları ve mahkemesi boş yere işgal edilmiş olur.

Tabiî bunu okuyunca, mahkemelerimizin garip durumu ve benim yıllar önce şahit olduğum bir şey aklıma geldi. Bir vesileyle tanıştığımız bir savcının yanında otururken, görevli birisi bir tomar dosya getirdi, savcı da onları açtı tek tek imzaladı. Dikkatimi çekmişti, okumadan incelemeden imzalamıştı. Görevli çıkınca bunu sordum “Bunlar dâvâ dosyaları değil mi?” dedim.”Evet!” dedi. “Peki, okumadan niye imzaladınız?” dediğimde ise, “Bu kadar çok dosyayı tek tek okuyup imzalamak zor” dedi. Şaşırmıştım tabiî. “Adalet bekleyen vatandaşlara inşaallah bir yanlışlık yapılmamıştır!” diye içimden geçirmiştim. Yani, mülkün temeli olan adaleti gerçek mânâda kullanmak lâzım. Bu herkese lâzımdır.

Eh işte, ölmüş gitmiş, dünyadan alâkası kesilmiş insanların hatırı için, yaşayan insanlara zulmetmek de bir nevi adaletsizlik oluyor tabiî.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*