Anneler çocuklarının gözlerinin içine bakar. Bir an önce büyüsün diye bekler. Ona ninniler söyler, tıpış tıpış yürümesini gözler. Yürüdüğünü gördüğünde, okullara gitmesini bekler. Okullara gittiğinde her akşam yolunu gözler. Gurbete çıktığında, askere gittiğinde, o bir çift göz hep bekler.
Böyledir dünya. Herkesin gözlediği bir şeyler vardır. Bazıları geçim derdinden muzdariptir. Onlar, fiyatların düşmesini gözler. Pazarlar ise yeni müşteriler gözler. Hırslarına yenik düşmüş olanlar, adeta kendinde ne yoksa ona sahip olmak ister. Gözleri hep başkalarındadır.
İnsanoğlunun gözleri böyle gelip geçici, fani ve fenâ ne varsa gözlerken, dünyanın gözleri insanı gözler. İnsanları milyonlarca kez doldurup boşaltmaktan yorulan yaşlı dünya, bir yandan kabristanları doldururken, bir yandan da yeni gelecek insanları gözler. Belki o da vazifesinden terhis olmak ve ahirete gitmek ister. Dünyanın merkezinde bulunan ateş küre ise cehennemi gözler.
Kâinatın gözleri olan yıldızlar ise, dikkatle ve büyük bir iştiyakla cenneti gözlemektedirler.
Kabir ehli “Bir an önce herkes gelse de kıyamet kopsa, haşir olsa” diye bizim yolumuzu gözlerken, cennet ve cehennem de içlerini dolduracak sakinlerini gözler. Susayan topraklar yağmur yüklü bulutların yolunu gözler. Saatler dakikaları, dakikalar saniyeleri gözler.
İnsan, bir ev daha, ya da bir arazi daha alabilmek için fırsatları gözlerken; toprak da insanı gözler, doymayan gözünü doyurabilmek için.
Ruhun pencereleri olan gözlerin yaradılış gayesi, esasında çok daha derin mânâları ve san’atları gözlemek içindir. Bunun farkına varan zatların gözleri dünya ve içindekilerde olmamış, hep hakikatleri temâşâ ve mütalâa etmişlerdir. O mübarek gözler, eşyanın arkasındaki San’atkârın kudretini görmüştür. Dünya malının içinde boğulanlardan olmamışlardır.
Bediüzzaman Hazretlerinin gözleri de daima ileriyi, geleceği gözlemiş. “İstikbalde bir ışık, bir nur görüyorum” diye müjdeler vermiş. Gelecek ihvanlarını gözlemiş, onlarla hayalen sohbetler etmiş.
Kâh yüksek tepelerde dağları, ovaları gözlemiş, onların zikirlerini işitmiş; kâh yerde gezen karıncaları gözlemiş onlardan cumhuriyetçilik dersi dinlemiş. Kedileri gözlerken onların mırmırlarındaki “Ya Rahîm” nidasını işitmiş.
İnsanları gözlemiş ve gözetmiş. Bazen çocukları, bazen gençleri, bazen ihtiyarları gözlemiş. Onların akıbetlerini düşünerek gözlerinden yaşlar akıtarak gözlemiş. İçinde bulunduğu zamanı gözlemiş, bütün sorunlara çözüm yolları göstermiş. Karanlık zindanlarda aydınlık, nurlu günleri gözlemiş.
İşte gözler, böyle büyük ve ulvî bir dâvâya vakfedilmeli ki, cennet manzaralarını seyredecek bir kıymet alsın. Gözlerine bir kez Risâle-i Nur satırları deyen gönüller de hiç elinde olmadan, anlamasalar da gözlerini o deryadan alamamışlardır. Artık o gözler de “nur”u gözler, “nur” için işler olmuşlardır. Onların bakışlarındaki kıvılcım “nur”dandır. Duruşlarındaki tevazu “nur”dandır. Bu “nur”, gözlere Kur’ânî bakışı kazandıran bir tılsımdır. Cennet de böyle gözleri gözler.
Şimdi biraz düşünelim. Acaba bizim gözlerimiz neleri gözler?
Benzer konuda makaleler:
- Yürek Titreten Haber
- Babalık Sorumluluk Demektir
- Ölümü gülerek karşılamak
- Rahmet gazaba hâkimdir
- Bütün dünyaya bağırarak derim ki: Sözler benim değil
- Zalimler zulümlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir
- Kurtuluşa eren mü’min kimdir?
- Küçük Sözler’i “on beş kişiye okutmak”
- Yeni Bir Gün
- Meleklerin varlığı
Galiba hep dünyayı gözler olduk…