Siyaset tuzağı ve İhvan

Mısır’daki olaylar patlak verdikten sonra gözlerin çevrildiği adreslerden biri olan İhvan-ı Müslimîn çıkışlı mesajların karışık bir nitelik arz etmesi, cemaat içinde kızıştığı söylenen tartışmanın bir tezahürü olmalı.
Tartışmanın özünü “Siyasî parti gibi davranmaya devam mı edeceğiz, yoksa sosyal eksenli din hizmetlerine odaklanan bir cemaat olarak kalmayı mı tercih edeceğiz?” suali oluşturuyor.

 

Mübarek’e tepki eylemlerinin sürdüğü günlerde cemaatin öne çıkmayıp geri planda kalması, ikinci şıkkın ağır bastığını düşündürüyordu.

Buna karşılık, cemaatin internet sitesinde, bizim Halil İbrahim Can’a “Müslüman Kardeşler iktidara geliyor” diye yazdıran sinyallerin verilmesi de tam aksi yönde bir tavra işaret ediyor.
O sinyaller sanki Mübarek devrilmiş, olaylar yatışmış ve İhvan-ı Müslimîn tek başına iktidarı ele almışçasına iddialı açıklamalarla verilmişti.
“Mısır’ın uluslararası antlaşmalarına saygı duyacağız. ABD’nin olaylara yaklaşımı gelecek hükümetin bu ülke ile ilişkilerini belirleyecek” gibi.
Aynı açıklamalarda diktatör devrilene kadar hükümetle görüşülmeyip, diktatör ülkeyi terk edinceye kadar orduyla da muhatap olunmayacağı şeklinde yine iddialı maddeler de mevcuttu.
Ama bu “deklarasyon”dan sadece birkaç gün sonra İhvan temsilcisi, Mübarek’in adamı Süleyman’ın davetine icabet edip masaya oturdu.
Muhalefetin diğer temsilcileriyle beraber.
Ve masadan kalktıklarında, iktidardan olağanüstü hal uygulamasına son verilmesi, yeni bir anayasa için komisyon kurulması, internet ve sosyal iletişim ağları üzerindeki yasakların kaldırılması ve gözaltındakilerin serbest bırakılması gibi birkaç maddeden oluşan taleplerinin karşılanacağı sözünü alarak toplantıdan ayrıldılar.
Önümüzdeki süreçte bu sözler tutulur mu? Tutulmadığı takdirde muhalefet nasıl davranır?
Bunların cevaplarını kestirmek şu anda zor.
Üzerindeki eylem baskısından ve buna bağlı olarak artan dış tazyiklerden kurtulup rahat bir nefes alan ve başkanlık seçiminin yapılacağı Eylül ayına kadar zaman kazanan Mübarek’in, bu süreyi kendi lehinde kullanmak için ne yapacağını öngörebilmek de şu etapta mümkün değil.
Ama ortaya çıkan yeni işaretlerin gözlemcilere yaptırdığı ilk yorumlar, muhalefetin tuzağa düşürüldüğü yönünde. İktidarın davetine icabet edip ilk görüşmeye katılan muhalefetin bundan sonra “Taleplerimizin gereği yerine getirilmediği sürece bir daha masaya oturmayız” şeklinde çıkışlar yapmasının artık anlamı kalmamış gibi.
Gerçi son gelişmelerden sonra, şimdiye kadar Mübarek’in temsil ettiği yapı ve sistem için de eskiye dönüş artık imkânsız. Öyle veya böyle surda gedikler açıldı ve sistem muhalefetin de en azından bir kısmına yer açarak şekillenecek.
Bütün bunlar olup biterken, İhvan-ı Müslimîn’in, ta Kral Faruk döneminden başlayarak, geçmişten bugüne yaşadığı ve son olaylarda yeni örnekler de eklediği tecrübe birikimini dikkate alarak, konumunu, duruşunu, çizgisini, istikametini dikkatle gözden geçirmesi gerekiyor.
Bu noktada, hep ifade edegeldiğimiz gibi, en önemli husus, İhvan’ın bu süreçte bir siyasî aktör olarak rol üstlenme tavrından uzak durup, aslî hizmet ve iştigal alanlarına yoğunlaşması.
Said Nursî’nin ısrarla vurguladığı gibi, nur ve topuz bir arada olmaz. Nurla dine hizmet etmek isteyenin, siyaset topuzunu bırakması şart.
İlâveten, temel parametreleri yabancı mahfiller tarafından belirlenen günümüz siyasetinin, hele şu anda Mısır’da olduğu gibi her adımı tuzaklarla dolu çok kaygan bir zemin haline gelmesi, İhvan için çok daha riskli bir durum ortaya çıkarıyor. Ve şartların kaçınılmaz kıldığı gelgitler ve çelişkiler, öncelikle İhvan’ı yıpratıyor.
İhvan için de çıkış Bediüzzaman modelinde:
Devleti yönetmeye ve iktidara talip olmayıp, siyaset karşısında mesafeli bir duruşa konumlanarak, demokrasi ve hürriyetin de altyapısını oluşturacak manevî hizmetlerde yoğunlaşmak.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Esselamu aleyküm
    sayın nurcu kardeşler “Devleti yönetmeye ve iktidara talip olmayıp”, “Siyaset karşısında mesafeli bir duruşa konumlanmak”, “Demokrasi ve hürriyetin de altyapısını oluşturacak manevi hizmetlerde yoğunlaşmak”.
    Arkadaşlar siz ne yazdığınızın veya ne yayınladığınızın farkındamısınız? Hz. Peygamberden bu yana her müslümanın görevi Devleti yönetmek iktidara talip olmak değilmidir? Her peygamberin görevi zalim hükümdarlara karşı hakkı haykırmak değilmidir? Hz. Ali (k.v.) bu uğurda şehit edilmedimi. Hz. Hasan, Hz. hüseyin, Hz. imam Zeyd hep uğurda şehit edilmedilermi? Bu konuda okadar örnek varki sayfalar yetmez.
    siz kalkmış Demokrasinin alt yapısını oluşturmaktan bahsediyorsunuz. Bırakın demokrasi için başkaları mücadele etsin. Siz İslam için mücadele edin. Sizden bunun hesabını soracaklar…

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*