İki medeniyet arasında sıkışıp kalmış, bunalımlı bir milletin gençliği… Birinciler; tek medeniyet olarak Batı’yı kabul edenlerin ve bu yolda tarihe, mukaddesata sırtını dönenlerin eseri. Onların çağdaşlık anlayışının temelinde sabahları and içişler, 19 Mayıslarda müstehcen kıyafetlerle hoplayıp zıplamalar var. İkinciler; kökü mazide olan ati olarak ilerlemeyi şiar edinenlerin emaneti, bir çuval kömürün içine gizlenmiş elmas misali aranıp bulunmaya, korunmaya muhtaç.
Bir de üçüncüler var. Onlar, yirmi sekiz yıl boyunca kendisini haksız yere hapishanelere mahkûm edenleri, işkencelere maruz bırakanları, horlayıp dışlayanları affedecek kadar müşfik bir dâvâ adamının sadık erleridir. Onlar damarlardaki asil kandan ziyade kalplerdeki nurla ilgilenirler. Onların iç ve dış düşmanları, hadsiz a’dâsı, iman esaslarına uzanan ellerdir, sefih medeniyetin sefih prensipleridir. Onlar için surda bir gedik açmak; bir kalbe yol bulup girebilmek, o kalbe lâtife-i Rabbaniyeyi hatırlatabilmektir. Bu gençlik, en güzel yüzünü ‘birlik’ aynasında gösteriyor. Onlar için bu toprakların suyunu içmiş olmak bile birliktelik sebebidir, ortak paydadır. Kendilerini “muhabbet fedaileri” olarak adlandıran bu gönül erleri; bölünmelerin, ayrışmaların, ayrılmaların konuşulduğu; çatışmaların, dövüşmelerin arttığı, kanın durmadığı bir ortamda Türkiye’nin yegâne şansı olarak güler yüzünü göstermeye devam ediyor.
Bir ülkenin geleceğini inşa edecek nesilleri böylesine ayrıştıran anlayış hastalıklı bir zihniyetin eseridir. Ne yazık ki bu zihniyet Türkiye’nin modernleşme serüvenine de damgasını vurmuştur. Bu zihniyetin çağdaşlık vurgusunda dine ve manevî değerlere pek yer yoktur. Gericilik olarak adlandırılan mukaddesat yerle bir edilmesi gereken bir iç düşmandır. Çağ kapayıp çağ açabilecek kodlarına sahip bir gençliğin genetiğiyle oynayan bu anlayış, asırlarla ifade edilebilecek bir medeniyet birikimini çarçur ederek koca bir hazinenin içini boşaltmıştır. Şekle dayalı, davranışçı ve taklitçi kodlarla bezeli yeni medeniyet algısı yeni çatışmaların temelini atmıştır. Bugün her alanda kendini gösteren kan uyuşmazlığı sorununun temelinde bu anlayış mevcuttur. Bu uyuşmazlığın üstesinden gelecek reçeteyi bu ülke, bütün dışlamalara ve yok saymalara rağmen içinde saklamasını bilebilmiştir. Bu reçete, üçüncü gençliğin elinden düşürmediği, bir İslâm medeniyetinin de bütün ihtişamıyla yeniden dirilmesinin yollarını gösteren nurlu, kırmızı kitaplarda dercedilmiştir.
Bugün, nesl-i ati olan üçüncü tip gençlik dairesinin dışında bulunanların gençlerle ilgili genel kanısı şudur: “Gençlerimizin ahlâkı gitgide bozuluyor, uyuşturucu kullanımı artmış, cinayetler-intiharlar çoğalmış, gençler arasında sevgi saygı yok olmuş… geleceğimizi emanet edebileceğimiz donanımlı bir gençliği göremiyoruz.” Bu algıyı kökünden değiştirecek gençlik, çağdaş ve laik Türkiye’nin tatile çıkmış plaj gençliği değil; ümitvar olarak nurlu reçeteleri elinden düşürmeyen, bu sıcak yaz günlerini bir tefekkür vesilesi addederek, yeni bir medeniyetin inşası uğruna, tatilini “hızlandırılmış” okumalara feda eden gençliktir.
Benzer konuda makaleler:
- Hac yolundaki Bosnalı Türkiye’de
- Anma programı teklifi
- Risale-i Nur Kongresi Saraybosna’da
- Manevi buhranların çaresi Risale-i Nur’da
- İZMİT’TE MUHTEŞEM ANMA
- Sistem, değişmek zorunda
- Türkiye’de bir ilk: Duvarda Risale-i Nur tanıtımı
- “Nurlu Gençlik” piknikte buluştu
- Risale-i Nur, kemalizm ve Türkiye
- Yüksek pencere
İlk yorum yapan olun