Bediüzzaman’ı nasıl zehirlediler…

Geçmişte çok ızdıraplı ve çileli günler yaşandı. Hapisler, sürgünler, gözaltılar, baskılar, iftiralar, zehirlemeler ve daha niceleri. Ve bu çilelerden açan Nur çiçekleri..

Zorluklar altında yıllarca imanımızı kurtarmaya çalışan, Kur’an hizmetiyle ömrünü geçiren nice kahraman insanlar geldi geçti. Bunların çileli hayatları, gayretleriyle bu günlere gelindi. Onlar ebedi alemlere kanat açarken, müminlerin gönüllerinde de taht kurdular.

 Bu yaşanmış acı hatıralardan bir kaçını aktarmak istiyorum.

Bediüzzaman’ın zehirlenmesi; Mehmet Feyzi ağabeyin hatırasından.

“Hapis , sürgün, gözaltı…Ne yaparlarsa  yapsınlar Üstadı yolundan çeviremezler. Hangi  şartlarda olursa olsun, onunu ihlaslı hali  vicdanlarda  yankı bulur ve  katı kalpleri bile  kendisine dost etmeye  yeter.
Tam bitirdik dedikleri, artık bir şey yapamaz dedikleri andan itibaren  Üstad Allah’ın izni ile  hizmete kaldığı yerden devam ediyordu.Üstad  iman  hizmeti için yanıp tutuşuyordu. Muhalifleri de boş durmuyorlar, nasıl yaparızda  Said Nursi’yi  ortadan kaldırırız planları yapmaktan geri durmuyorlardı.

Kastamonu’da   ölsün gitsin diye  bir yere  sürgün edilmişti. Fakat Kastamonu’nun  salih evlatları  üstadın etrafından toplanmaya başlaması  üzerine “derin” adamlar, harekete geçmekte gecikmez. Ve üstadı zehirlemeyi  planlarlar. Ve hain planlarını uygulamaya koydular.

Üstad zaman zaman  dağlara gidip  teneffüs ve tefekkür eder. Bir gün yine  bu maksatla kaldığı evden  çıkar. Yolu üzerindeki bakkaldan  Çoğu zaman  meyve  gibi yiyecek bir şeyler yanına alır. Üstad’ı  gözetleyen ajanlar, söz konusu bakkaldan alış veriş yaptığını tesbit ederler. Bunun üzerine  o bakkalı elde ederek Bediüzzaman’a verilecek meyvelere zehir katarlar. Üstad, o gün yine parasını vererek  bir miktar meyve alır. Aldığı bu meyveler daha önceden  zehirlenmiştir.

Üstad, çoğu zaman olduğu gibi Hancı Mehmed’den kiraladığı  doru ata biner. Tashihi yapılacak kitaplar sebebiyle  o gün Mehmed Feyzi Efendi geri kalır. Tashihi bitirip gidecektir Üstadın yanına. Üstad dağa varınca meyveleri yemeğe başlar. Yer yemezde zehirlenir. Vücudundan adeta kan çekilmeye başlar. İstifra eder ve attan düşer. Yerde kendinden geçmiş şekilde yatar. At, üstadın yanından uzaklaşıp şehre gelir. Hana vardığında yeri eşelemeye ve kişnemeye  başlar. Sahibi neler olup bittiğinden habersizdir.

O sırada Mehmed Feyzi Efendi gelir.

Mehmed Feyzi’nin  oraya gelmesi de ilginç bir şekilde  olmuştur. Evde tashih yaparken  kapı çalınır. Dışarıdan :
” Hocaefendi seni çağırıyor!”  diye  bir ses işitir. Kapıyı açıp baktığında kimseyi göremez. Bu durum üç kez tekrarlanır.

Üçüncü defa da  kimseyi göremeyince, telaşlanır:

“Bunda bir iş var!”deyip Hancı Mehmed’in yanına koşar.

Bakar ki at orada  ama Üstad yok! Hayvan lisan-ı haliyle adeta bir şeyler  söylemektedir. Mehmed Feyzi, vakit kaybetmeden ata atlayarak süratle, dağa doğru koşar. Üstadı yolda  yarı baygın bir halde bulur. Hemen attan iner. Üstad’ın başucuna gelir. Üstad hafifce gözünü açar:

“Kardeşim  Feyzi ! Beni zehirlediler.Tanıdığım bir adamdı” diyebilir.

Üstadı Mehmed Feyzi abi ata bindirip  eve getirip yatırır. Üstad günlerce hasta yatar.”

Diğer bir acı örnek: Merhum Ali Ulvi Kurucu’dan :

“Bir edebiyat öğretmeni fikirlerinden dolayı 1950’den önce akıl hastanesine (tımarhane) kapatılır. Yukarılardan gelen bir emir ile yavaş yavaş öldürülecektir kimsenin haberi olmadan. İlaçı vermekle görevlendirilen doktor, hastaya yaklaşınca bir bakar liseden edebiyat öğretmenidir. Hocaya der: “Hocam  bu adamlar sizi öldürecekler  zehirleyerek. Nasıl olsa sizi akıl hastası biliyor bunlar. Siz bahçeye çıkın deli rolü yapın devamlı namaz kılın. Biz seni oradan kaçıralım, kurtaralım”der. Yurt dışına (Medine’ye) kaçırırlar, öğretmeni ölümden kurtarırlar.

Bir başka iftira (andıç) örneği Merhum Yaşar Tunagür Hocaefendi’nin hatıralarından:

“12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra 16 Haziran 1971’de Yaşar Hocamız gözaltına alınır. Savcı bir albaydır. Önünde 67 sayfalık bir dosya vardır. MİT bu dosyayı 1969-1970 yıllarında senatoya vermiş. Savcı ‘Sen Varto depreminde Doğu’ya gittiğin zaman Siirt’te Hakimo ile hilafet meselesini görüşmüşsün.’ dedi. ‘Hakimo da kimmiş? Ben, dağda gezen eşkıya ile hilafet meselesini niye konuşayım, danışayım?’ dedi. İkinci celsede savcı ‘Hocam bu Hakimo’yu hallettik. Çünkü sizin Doğu’ya gittiğiniz tarihten üç ay önce Hakimo ölmüş.’ dedi. Sonra dosyaya bakıp ‘Ürdün’e gidip, başkenti Amman’da Hürriyet Meydanı’nda Türkiye aleyhinde konuşma yapmışsın.’ diyor. Yaşar Hocamız ‘Ben hayatımda Ürdün’e gitmedim, Amman’ı görmedim, dört tane pasaportum var, hepsi elinizde. Yeşil pasaport, gri pasaport, normal pasaport ve kırmızı pasaport, hepsi sizin elinizin altındaki dosyada duruyor. Amman’a gittim konuşma yaptım falan demiyorum. Siz o pasaportlardan bir tanesinde Ürdün’e giriş vizesi bulun, ben bu konuşma metninin tamamını kabul ediyorum.’ diyor. Savcı, ‘Yaşar Bey, bu iş burada biter, gidebilirsin.’ diyerek dosyayı kapatır.

Sadi Koçaş, işi araştırıp meselenin uydurma olduğunu anlayınca durumu Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bildirir. O da “Derhal Fuat Doğu Paşa’yı bana çağırın.” der. Fuat Doğu MİT’in başından alınır ve Madrid’e büyükelçi olarak gönderilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*